Modern Devlette Ulus Teorileri
Modern devlette, devleti oluşturan mühim gerekliliklerden birisi “ulusal egemenlik”tir. Ulusun mevcudiyeti ile devlet var olmaktadır. Ayrıca ulusun, halktan farklı bir kişiliği vardır.
“Egemen kral değil halk ise egemenlik nasıl devredilecek?” sorusu, ulus teorilerini ortaya çıkarmıştır. Ulus teorilerini “teokratik teori” ve “demokratik teori” diye ikiye ayırmamız mümkündür.
İlk teoriye baktığımızda; 16. yy ile egemenlik hala Tanrı kaynaklıdır.
Siyasal iktidarlar egemenliklerini tanrısal güçlerden alır, soyları bu hakkı verir ve sınırsız kullanırlar(Dolaysız Tanrısal Halk Teorisi).
“Dolaylı tanrısal halk teorisi”, devrimler çağı ile görülmeye başlanır, siyasal iktidar egemenliği tanrısaldır fakat insan yapımı yasalarla sınırlıdır.
Demokratik Öğreti(beşeri teori) de ise yönetimsel kararları halkın vermesi gerektiğini düşünen, İsviçre ve İskandinav dışında uygulanmayan “halk egemenliği teorisi” ile egemen olanın ulus olduğu, modern devletlerin oluştuğu, halk düşüncesinden hareketle ulus temelli devletlerin kurulduğu, kralın iktidarlarını ulus kurgusuna dayandırıldığı “ulus egemenliği teorisi” mevcuttur.
Buradan hareketle devletlerin ulus ile bütünleşmesi özdeşleşmesi mümkün hale gelecektir.
Ulus kavramına bakacak olursak: Naitre; soy, doğum, yaşam, doğum yeri, natives; yerliler, nation ise ulus manasına gelmektedir.
“Ulus, doğal mı, yapay mı?” diye bakacak olursak;
Doğal; aile, soy gibi kavramların birleşmesi ile oluşan daha çok sosyobiyolojik bir yapıyı ifade etmektedir. Burada milliyetçilik, ulusçuluk ortaya çıkıyor. Ülkelerin ve ulusların bekası için yapılan fetih politikaları burada ulusun doğal bir inşaa olduğunu bize söyler.
Modern(yapay, kurgu); modern devlet, sadece sosyobiyolojik olarak açıklamak için kullanılan bir kavram değildir. Yani sadece grupları ötekilerden ayırmak için kurgulanmaz. Bu hususta biz ve onlar ayrımı yanlıştır.
Çünkü; ulusların birbirinden farklı özellikleri olabilir bundan dolayı etnik üzerinden ayırmak zordur. Zaten asırlardır süregelen insanlar arasındaki etkileşimi, kaynaşmayı düşündüğümüzde etnik üzerinden ayrım yapılabilmesi imkansızlaşıyor.
Ernest Renan, milletin objektif unsurlardan oluştuğu fikrini reddetmişti. Renan’a göre: İnsan ne ırkının, ne dilinin, ne dininin, ne ırmakların derelerin izlediği yolun, ne de sıradağların izlediği yolun eseridir. Sağlıklı duygulara sahip insanların bir araya gelmesi manevi bir şuur meydana getirir ki buna ulus denir. Renan'a göre ulusu meydana getiren şey “birlikte acı çekmek, sevinmek ve birlikte umut etmektir.” Yani ulusu bir araya getiren renk, dil, din etnik gibi amiller değildir. Bir ülkede yaşayan halkı ulus olarak tanımlarsak (bu etkenleri taşıyan ortak insanları) hata etmiş oluruz. Ulus manevi bir güçtür. Ulusu meydana getiren temel iki parametre; ortak, zengin geçmiş ve rızadır. En mühimi rızadır. Ulus ve devletin terkibi bu ikisine dayanır. Ulus-devlet birliğinde toplum için kendi haklarımızdan vazgeçmemiz için rıza göstermemiz gerekir. Bir nevi devletin varlığı ulusun vazgeçtikleri sayesindedir diyebiliriz.
Weber’e göre; renk, dil, din, etnik, kültür, ulusun nedeni değil ulusun bir sonucudur. Bunlar tek başına yeterli değildir. Ulus bir devletin halkı anlamına gelmez. Weber, ulusu analiz edebilmek için; milli dayanışma ve milli bilinç kavramlarını kullanır. Siyasetin temelinde insan olduğunun farkında ve siyasetin ulus kurgusundan ortaya çıktığını, ulus üzerinden yürüdüğünü savunur.
Ulus-devlet kurgusunu bu bilincin ortaya çıkışını; İngiliz, Amerikan ve Fransız devrimlerine bağlar. Ulus ile devletin eş güdümlü düşünülmesi yani ulus-devlet özdeşliği bu devrimlerle olmuştur der. Bu devrimlerde gördüğümüz ise aslında kral-parlamento-tebaa arasındaki bir iktidar mücadelesidir. Bu devrimler ile ortaya çıkan modern devlet her zaman ulusun yanında yer alır.