Yusuf Akoğul

Yusuf Akoğul

Kirleten Öder İlkesi

Kirleten Öder İlkesi

İnsan, sahip olduğu değerlerden mahrum olduğu zaman kaybettiklerini daha iyi idrak ediyor. Maalesef biz, bize sunulan imkânların kadrini bilmediğimiz gibi yaşadığımız doğayı ve çevreyi ihtiraslarımıza kurban vermekteyiz. 
Dışa mıhlanan gözler maddenin mahkumu olmaya başladı, insanlık yeni sistemler ortaya koydu ve birçok münasebetinde olduğu gibi çevreyle olan münasebetinde de menfi sonuçlar meydana getirdi. 

Malum olduğu üzere Sanayi Devrimiyle birlikte zuhur eden özellikle 2. Dünya Savaşından sonra daha da artan üretim fazlalığı ve bunu takip eden aşırı tüketim ile çevre sorunu, hem insanların hem de devletlerin gündemine gelmiştir. Çevre, insana mekân teşkil ettiği gibi atıklar için de bir depo vazifesi görür hale gelmiştir. Kar elde etme hırsına bürünen, doğayı görmezden gelerek çevreyi tahrip eden insanlar,  miras olarak çevre sorunlarını bizlere bıraktı.
Çevrede bulunan bütün unsurların birbirleriyle etkileşim halinde olması çevreye ilişkin sorunları birbirinden tefrik etmemizi zorlaştırır. Çeşitli çevre sorunları vardır; Su kirliliği, hava kirliliği, toprak kirliliği, fauna ve floranın tahribi, ozon tabakasının tahribi, küresel ısınma, asit yağmurları, gürültü kirliliği, elektromanyetik kirlilik... Daha birçok sorunu sıralamamız mümkündür. 

Bu sorunlar arasında en çok değindiğimiz, değinebileceğimiz kirlilik ile ilgili olanlarıdır. Kirliğin ne olduğuna 2872 Sayılı Çevre Kanunu’nun Tanımlar başlıklı 2. maddesinde “Çevrede meydana gelen ve canlıların sağlığını, çevresel değerleri ve ekolojik dengeyi bozabilecek her türlü olumsuz etkiyi” şeklinde değinilmiştir. Çevre sözlüklerinde “Biyosferin genellikle evsel, endüstriyel ve kimyasal atık ürünleri olan, tehlikeli ya da zararlı atıklarla kaplanmasıdır.” ya da “Doğal sistemdeki istenmeyen ya da zararlı değişikliklerdir.” şeklinde birbirlerine benzer tanımlara rastlarız. Kirlilik, başkalarının faaliyetleri sonucu oluşan, istenmeyen ve zarara neden olan değişimler olduğu için negatif dışsallık diye de adlandırılır. Piyasa ekonomisi kuralları ile negatif dışsallıkların giderilmesi pek mümkün olmadığı için zararların sonuçlarına tüm toplum katlanmaktadır. Mesela, bir çimento fabrikası çevreye kirletici madde yayarak temiz havayı kullanır. Dışsal maliyetlerini ise kirli hava ile yaşamak zorunda olana yükler. Genel olarak baktığımızda dünya ekonomi sisteminin bu noktaya gelmesi, devletlerin çevreyi geri planda tutmaları ve bunun yanı sıra tamahsızlığa düşen, hudut bilmeyen, ihtiras sahibi ve düşüncesiz insanların rekabetleri sonucu istenmeyen zararlı değişikliklere, sorunlara, kirliliğe maruz kaldık. Bugün ise türlü türlü yöntemlerle buna mani olmaya çalışıyoruz.

Sade tanımı ile kirliliğe neden olan kirleten, 2872 Sayılı Çevre Kanunu’nun tanımlar başlıklı 2. maddesinde “Faaliyetleri sırasında veya sonrasında doğrudan veya dolaylı olarak çevre kirliliğine, ekolojik dengenin ve çevrenin bozulmasına neden olan gerçek ve tüzel kişiler” şeklinde tanımlanmıştır. Kirliliğin ve kirletenin tanımına yer verdikten sonra kirliliğin önlenmesi adına Çevre Hukukunda yer bulmuş ve yıllar geçtikçe ehemmiyet kazanmış Kirleten Öder İlkesine de temas etmemiz gerekmektedir. Kirleten öder ilkesi, yenilenemeyen doğal kaynakların hızla azalması, yenilenebilen kaynakların ise yoğun bir şekilde tahrip edilmesiyle ortaya çıkan olumsuz etkileri azaltmak açısından geliştirilmiştir. 

Uluslararası boyutta ilk kez 1972 yılında OECD tarafından dile getirilen, çevre kirliliğinin önlenmesinin yollarından biri olarak ileri sürülen, devletleri çevre kirliliğine neden olan gerçek ve tüzel kişilerin sorumluluklarına gidilmesi yönünde teşvik eden kirleten öder ilkesi ile, tezahür eden kirliliğe sebebiyet verenin, oluşturduğu zararlı durum için sorumlu tutulması maksatlanmıştır. Kirletenlere ödettirme fikrinin kabul edilmesini takiben onu gerçekleştirmenin yolları bulunup; zaman içerisinde geliştirilmiştir. Tükenir nitelikteki sınırlı kaynakların üretimde bilinçsizce, doğayı kirletecek ölçüde kullanılmaması hedeflenmiştir. Kirleten kişi kirlenmenin önlenmesi ve giderilmesinin yanında yaptığı faaliyet sonucu neden olduğu masraflardan da sorumlu tutulmuştur. Bahse konu ilke çıkışı itibariyle ekonomik nitelik taşıyor olsa da, zamanla hukuki bir ilke haline gelmiştir. Bölgesel ve uluslararası metinlerde ve ulusal düzeydeki yasal mevzuatlarda kendisine yer bulmaya başlamıştır.

Ülkemizde de Çevre Kanunu’nun “İlkeler” başlıklı 3’üncü maddesinin g bendinde kirleten öder ilkesine; “Kirlenme ve bozulmanın önlenmesi, sınırlandırılması, giderilmesi ve çevrenin iyileştirilmesi için yapılan harcamalar kirleten veya bozulmaya neden olan tarafından karşılanır. Kirletenin kirlenmeyi veya bozulmayı durdurmak, gidermek veya azaltmak için gerekli önlemleri almaması veya bu önlemlerin yetkili makamlarca doğrudan alınması nedeniyle kamu kurum ve kuruluşlarınca yapılan gerekli harcamalar 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre kirletenden tahsil edilir.” şeklinde ayrıntılı bir biçimde yer verilmiştir. Kısaca, bu ilkeyi; kirletenin, çevrenin kabul edilebilir bir durumda olmasını sağlamak için kamu otoritelerince belirlenen kirliliği önleme ve kontrol önlemlerinin masraflarına katlanması olarak tanımlayabiliriz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
SON YAZILAR