Kaybolan Eserlerimizden; Kervansaraylar
Ömrünü Osmanlı mezarlıklarını araştırmaya vakfetmiş “deli”lerden olan Fâzıl İsmail Ayanoğlu, “Ortada mevcut yüksek san’at âbidelerimiz -faraza- olmasaydı bile, mezarlıklarımızda bulunan nihayetsiz eserler, bu milleti medeniyet göklerine çıkarmağa kâfi gelirdi.” diyor. Mezar taşlarının önemini anlatan bu veciz ifadeyi zaman zaman dile getiririm.
Peki, neydi ortadaki yüksek sanat abidelerimiz? Camiler, köprüler, şifahaneler, imaretler, medreseler, kümbetler, çeşme ve sebiller. Liste uzayıp gidiyor. Biz bu yazımızda pek ortalıkta görünmeyen abidelerimizden söz edeceğiz.
Kervansaraylardan ve düşündürdüklerinden…
Orta Çağ’da doğu ile batıyı birleştiren dünya ticareti, iki yolla yapılmaktaydı. İpek Yolu ve Baharat yolu… İpek Yolu’nun önemli bir kolu, Çin’in Şian kentinden başlar, altı ülke sınırından geçerek İran üzerinden Anadolu’muza kavuşurdu. Bu yol Selçuklular döneminde ülkeyi doğu-batı, kuzey-güney yönünde müthiş bir ağ şeklinde örmüştür.
Başkent Konya bu ağın merkezini oluşturuyordu. Anadolu, XII. yüzyılın sonlarında milletlerarası ticaretin merkezi olmuştu. Ekonomi politikalarını ve fetihlerini milletlerarası ticaretin konumuna göre düzenleyen Selçuklu sultanları Anadolu’nun bir ucundan diğer ucuna, ana ticaret yollarından ara yollara kadar her alanda kervansaray yaptırmıştı.
Sultanların ve devletin ileri gelenleri tarafından bir vakıf eseri olarak yaptırılan kervansaraylar, özünü yardımlaşma ve insani duygulardan almıştı. Anadolu’muzun tarihi yolları üzerinde kurulan ve kamu yararı adına hizmet veren bu yapılar kesme taştan yapılmış, kale gibi sağlam olup anıtsal niteliktedir. Dönemin mimari özelliklerini taşıyan ve çeşitli süsleme motifleriyle bezeli bu kervansaraylar o zamanın birer ticaret, sosyal yardım ve kültürel müesseseleri idi.
Kervansaraylar, kitâbelerde, kaynaklarda han ve ribât olarak da isimlendirilmiştir. Han diye isimlendirilenler, daha ziyade tali yollar üzerinde inşa edilen daha küçük ölçekli yapılar için kullanılıyordu. Şebnem Akalın Kervansaraylarla ilgili makalesinde Ribatlar için şu bilgileri veriyor: “Ribâtlar, sınır boylarında ve stratejik yerlerde ordu birlikleriyle binek hayvanlarının konakladığı, ileri harekâtlar için askerî amaçlı yapılardır. IX. yüzyılın sonlarına doğru Müslümanlığın yayılmasıyla sınır boyunca yapılan ribâtların, işlevi değişerek hankaha ve özellikle ticaret yolu üzerinde olanlar kervansaraya dönüşmüştür.”
Kervansaraylar, deve yürüyüşüyle yaklaşık 9 saatlik (40 kilometrelik) mesafe aralıklarla inşa edilirdi. İçerisinde kervanların her türlü ihtiyacını karşılayacak miktarda malzeme ve donanım mevcut idi.
Kervansaraya gelen kervanlar hava kararmadan içeri girmek, aydınlanmadan da dışarı çıkmak zorundaydı. Dışarı çıkmadan önce ortaya çıkan tellal, kervanların eksik ve yitiklerinin olup olmadığını sorar, eğer bir eksiklik varsa kapılar bu eksiklik giderilmeden açılmazdı. Buralarda her milletten insan konaklayabiliyordu. Kervansarayın büyüklüğüne göre insanlar ve kervanlardan buralarda üç ile yedi gün hiç ücret alınmazdı. İstisna olarak bazı çok fonksiyonlu, sultanların ve devlet ileri gelenlerinin konakladığı kervansaraylarda ücret alınıyordu. Kale görünümünde ve kalitesindeki bu yapılar barış zamanında ticaret, savaş durumlarında ise askeri amaçlar için kullanılabiliyordu. Ayrıca bu mekânların, günün koşullarına göre haberleşme yani posta hizmetlerini de üstlenmiş olduğunu belirtmeliyiz.
Kervansaraylar yalnız kapalı, yalnız açık ve hem açık hem de kapalı olmak üzere üç guruba ayrılırdı. Büyük çoğunluğu ve en önemlileri kapalı ve açık, iki bölüme sahip olanları teşkil ederdi. Bunların avlusunda köşk mescidi bulunan en büyüklerine, “Sultan Hanı” denilmekte idi. Kervansarayların yolcu, hayvan ve yükleri soğuk ve sıcaktan korumak için kullanılan kısımları, “develik” diye isimlendirilirdi. Develiklerin içindeki yüksek sekilere yükler konulmakta, bazen kervan görevlileri burada kalabilmekte, hayvanlar için yemlik ve bağlama elemanları bulunmaktaydı. Avluları çevreleyen sıra hücreler semerci, urgancı, nalbant, demirci atölyeleri, mutfak, hamam, tıbbi yardım, çayhane veya kahvehane, yatak bölümü ve görevli odaları gibi çeşitli hizmet birimi elemanları için ayrılırdı.
Bir kervansarayın temel işleyişini sağlayan yasal ve parasal mekanizma, döneme ilişkin vakfiyelerde tanımlanırdı. Buna göre Kervansaray çalışanları; çalışanlar başında yer alan nazır, kontrolleri yapan bir müsrif, bir mütevelli, bir hancı, bir muzif (sorumlu müdür), emir havayıcı (gerekli erzak ve malzemeyi sağlayan), aşhanede bir aşçı, bir baytar, atlı bir hizmet adamı, mescit için bir imam ve müezzin olarak kaydedilmiştir. Bu mekânların en önem verilen ve gösterişli bölümleri kuşkusuz mescitleridir. Özenle işlenen, süslenen mescitler alt ve üst katta bir hücrede olabildiği gibi avlunun ortasında, müstakil vaziyette de olabiliyordu. Bu tiplere “Köşk Mescidi” deniyordu. Bu tarz kervansaraylara “Sultan Hanı” denirdi.