Kadın, Aile ve Toplum I
Kadın
Emine BULUT’un evladının gözleri önünde vahşice katledilmesinden sonra bir kere daha milletçe derin bir üzüntüye gark olduk. Vicdanı olan herkesin izlediği görüntüler karşısında kanının donduğu bu vahşetin ardından milletçe ve devletçe kendimizi sigaya çekmenin zorunlu olduğunu düşünüyorum. Dininde, tarihinde, örfünde, töresinde böyle bir vahşeti yapmak bir tarafa onu görmezden gelecek bir yapıya sahip olmayan bir milletin içinden bugün nasıl böyle caniler çıktı? Nasıl bir noktaya geldik ki böyle bir vahşeti sinema filmi çeker rahatlığında kaydediyoruz da bir annenin oracıktaki feryatlarına kulaklarımızı tıkıyoruz…
Bu vahşet birçok tartışmayı da takdir edersiniz ki beraberinde getirdi. Fakat bu tartışmaların birçoğu bundan sonrası için ne yapabilirizin ötesinde tarafların birbirini suçlayarak tarihten gelen kinlerini kusmasına araç oldu. İnsanımız, kadınlarımız vahşice katledilirken hala kayıkçı kavgası yapanlar ve bu meseleye ciddiyetle eğilmeyenler elbette milletimiz ve tarihimiz karşısında hesap vereceklerdir.
Bu eksende “kadına şiddet” mevzusu üzerinden yapılan tartışmaların meselenin vuzuha kavuşturulması yönünde kısır kaldığı açıktır. Bu minvalde meselenin tarihi gelişiminin, psikolojik ve sosyolojik temellerinin “Kadın, aile ve toplum” üzerinden ele alınması gerekmektedir.
Meseleye bu ciddiyetle yaklaşacağımız bu satırlarda durum tespiti yapmanın yanında maksadımızı bütün hakiki maksatların bağlı olması gereken İslam’ın ana caddesi Kur’an ve Sünnet ışığında anlatmaya gayret edeceğiz. İnanmayanların da muhatap olduğu fakat inananların mesul olduğu bir çerçevede derdimizi üç parça halinde bir yazı dizisiyle izah etmeye çalışacağız…
Eşitlik ve Adalet
Fikrin demogojiye döndüğü bu devirde, ülkemizde her mevzunun bulandırıldığı, istismar edildiği su götürmez bir gerçektir. Maksatlı veya maksatsız bir istismara kurban edilen kavramlarımızın başında “eşitlik” ve “adalet” gelmektedir. Kısaca bu kelimler lügatte şu anlamlarıyla var olmuşlardır. Eşitlik, iki şeyin her yönden denk olması demektir. Adalet ise, her hak sahibine hakkını vermek ve haksızları cezalandırmak şeklinde tarif edilir.
İnsana iki, koyuna ise dört ayak verilmesinde bir eşitsizlik vardır, ama adaletsizlik yoktur. İnsana böylesi, koyuna da öylesi yaraşır... Bu yaradılıştan gelen bir özelliktir ki, aynı canlıların farklı cinsiyetlerinde dahi kendini gösterir… Her canlıyı kendi doğasının en mükemmel varlığı halinde yaratan Rabbimiz insanı da iki cinsiyetten halk etmiş ve bütün bir insanlık bir kadın ve erkekten meydana gelmiştir. Bugün kadın ve erkeği meta olarak gören “izm”lerin dünyası yaratılıştan gelen bu farklılığı bir rekabete dönüştürerek buradan fayda ummaktadır. Kadın ve erkek hipodromdaki atlar misali birbirinin rakibi değil birbirini tamamlayarak aile yapısını kuran mefhumlardır.
Bu rekabet anlayışının temelinde yatan olgu kapitalist dünyada emeğin değerini düşürme çabasıdır... 18. ve 19. Yüzyıllarda erkek işçilerin verilen ücretlere razı olmayıp patronlara başkaldırdığı devrede kapitalist dünya eşitlik kozunu öne sürerek kadınları çalışma hayatının içine atmış ve böylece işgücünün fiyatını düşürmüştür. Kapitalist dünyanın amacı kadının meşru zeminde çalışmasını sağlamaktan öte ondan tabiri caizse bir “amele dişi” yaratarak daha çok kar etmektir. İslam’dan müteşekkil kadına verilen kıymetin ayaklanması işte böylesine alçakça bir tertibin ürünüdür. Adaletin yerine eşitliği ihdas eden Batı, kadını korumaktan öte kadını koruyan bütün unsurları devre dışı bırakarak kendi faydası için yaradılış hakikatine muhalefet etmektedir. Kadına verdiği değerle, mükemmel nizamında, kadını abideleştiren İslam’ın, muhteşem adaleti karşısında, bugün kadını bir metadan ileri görmeyen Batı’nın paçoz eşitliğinin bizim için hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.