İşte piyon, işte kale, işte vezir, işte şah!..
İnsanların, bir arada yaşayabilmek için, hareket alanlarını daraltan bazı kuralları "ihtiyari" olarak kabul etmeleri gerekir. Orman kanununun, yani “kimin gücü kime yeterse” düşüncesinin ötesine geçmek için “hakkı” tanımlamaya ve yazılı yahut sözlü kurallara teminat altına almaya ihtiyacımız var.
Gönüllü olarak kabul etiğimiz içtimaî, dinî, ahlaki kurallar, genel olarak sosyal bir hayat kurup birlikte yaşayabilmek için gerekli zemini sağlarlar. Ancak bazı kimseler bu kurallar üzerine, kendi icat ettikleri özel bir kurallar kümesi daha eklerler. Benimsenen genel kuralları daha da sınırlayan, daraltan bu yeni kurallar katmanının, asıl kuralları daha iyi özümseyip daha rafine hale getirmeye yardımcı olduğu iddiasındadırlar.
Şimdi bu soyut formülü somut örneklerle izah etmeye çalışalım:
Mesela satranç oyununun kuralları, temel kurallara güzel bir örnektir. Satranç tahtası, taşları, taşları hareket ettirme şekilleri ve nihayet satrancın genel kuralları, oyunu oynamak isteyenlerin ihtiyaç duydukları tüm altyapıyı sağlar. Bu kurallar içinde kalındığı müddetçe bazı farklı taktikleri kullanmakta bir mahzur yoktur. İsterseniz oyunu, şahın önündeki piyonu iki ilerleterek veya atınızı çıkartarak açabilirsiniz. Ama kurallardan bir tanesini bile değiştirirseniz, oynadığınız oyuna artık satranç denemez. Mesela "benim oyunumda piyonlar sadece ileri değil geriye de gidebilir" derseniz, bu yeni uydurduğunuz kuralı kabul edip sizinle oynayacak rakipler bulsanız bile, oynadığınız oyun artık satranç değil başka bir şeydir.
Mesela her din gibi İslamiyet de genel bir kurallar kümesi tanımlar. İnsanların kendi aralarında, yabancılarla ve yaratıcıyla olan ilişkilerinde uyacakları kaideleri tespit eder. Kul hakkı, komşu hakkı gibi tanımlar yapar. Savaş, ticaret, evlilik ve boşanma durumlarında uyulacak kurallar koyar. Bu kurallar genel olarak Müslüman bir topluluğa bir arada yaşayabilmek için gereken ortamı sağlarlar. Ancak bazı "Müslümanlar" muhtelif gerekçelerle, temel İslami kuralların ötesinde, daha farklı ve dar bir kurallar kümesi sürerler ortaya. Mesela temel kurallarda öyle bir gereklilik söz konusu değilken, İslam’ı doğru yaşamanın ancak olgunlaşmış, aydınlatıcı, yol gösterici bir insana bağlanarak mümkün olduğunu iddia ederler. Belli kelimeleri her gün belli sayıda tekrar etmeyi yeni bir dini ritüel olarak benimserler. Bazı başka müslümanlar ise, yine dinin temelinde böyle bir hedef bulunmadığı halde, "hakiki" müslümanlığı yaşayabilmenin ancak siyasi yahut bürokratik yönetim kadrolarını ele geçirmekle mümkün olduğunu iddia ederler.
Özellikle İslamiyet bahis konusu olduğunda, uydurulan yeni kuralların, asıl kuralları bırakın ihlal etmeyi, daraltması bile kabul edilemez. Bu konuyla ilgili şu hadis meseleyi çok güzel özetlemektedir:
Enes ibni Mâlik radıyallahu anh şöyle dedi:
Peygamber Efendimizin nâfile ibadetlerini öğrenmek üzere, sahâbeden üç kişilik bir grup, Peygamber hanımlarının evlerine geldiler. Kendilerine Efendimiz’in ibadetleri bildirilince, onlar bunu azımsadılar ve
– Allah’ın Resûlü nerede biz neredeyiz? Onun geçmişteki ve gelecekteki günahları bağışlanmıştır, dediler. İçlerinden biri:
– Ben ömrümün sonuna kadar, bütün gece uyumaksızın namaz kılacağım, dedi. Bir diğeri:
– Ben de hayatım boyunca gündüzleri oruç tutacağım ve oruçsuz gün geçirmeyeceğim, dedi. Üçüncü sahâbî de:
– Ben de sağ olduğum sürece kadınlardan uzak kalacak, asla evlenmeyeceğim, diye söz verdi. Bir müddet sonra Peygamberimiz onların yanına geldi ve kendilerine şunları söyledi:
– “Şöyle şöyle diyen sizler misiniz? Sizi uyarıyorum! Allah’a yemin ederim ki, ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve O’na en saygılı olanınızım. Fakat ben bazen oruç tutuyor, bazen tutmuyorum. Gece hem namaz kılıyor, hem de uyuyorum. Kadınlarla da evleniyorum. Benim sünnetimden yüz çeviren kimse benden değildir.”
Buhârî, Nikâh 1; Müslim, Nikâh 5. Nesâî, Nikâh 4.
Peygamberimizin, tebliğ ettiği kuralları iyi niyetle olsa bile "daraltmaya" kalkanlar için, "Benim sünnetimden yüz çeviren kimse benden değildir." gibi çok ağır bir ifade kullanması dikkat çekicidir. Daha yoğun ibadet, daha zengin bir manevi hayat, daha derin bir teslimiyet için yapılıyor görünse bile peygamberin sünnetinde olmayan hareketlerin benimsenmesi, kuralların kişilerin kendi indî mütalaalarına göre değiştirilmesi (vahiy temelli kuralların modifikasyonu) şiddetle yasaklanmıştır.
Genel kurallar kümesinin bir alt kümesini benimseyenler, hususen mevzu İslam olduğunda, önce " helali haramı saymak" gibi dinen şiddetle yasaklanmış bir fiili irtikâp etmekte, bu yola bir defa girdikten sonra da "haramı helal sayma" çukuruna yuvarlanıvermektedirler. Üstelik başta belirtildiği gibi bunu, daha "rafine", daha "doğru" bir dini hayat sürebilmek adına yaptıklarına inanmaktadırlar.
Mesela belli kurumlarda yer tutabilmek “gayesi” uğrunda, inançlarının hayatlarına yansımalarını saklayan, eşlerinin başlarını açtıran, hatta alkol almaya başlayan kimseler bu büyük "fedakârlıkları" İslam adına yaptıklarına kendilerini inandırabilmektedirler.
Maalesef bu tür insanlar, kendi uydurdukları bir takım kurallarla icat ettikleri satrançtan bozma oyunu, aynı kendileri gibi benimseyip oynayan diğer insanlara bir arada dura dura, “en hakiki, öz” satranç zannetmeye başlıyorlar. Oynadıkları oyunun satranç olmaktan çıktığını görüp kendilerini ikaz edenlere önlerindekini gösterip "işte…" diyorlar, "işte satranç tahtası, işte satranç taşları.. işte piyon, işte kale, işte vezir, işte şah!" bizi nasıl başka bir oyun oynamakla itham edebilirsiniz? Oynadığımız satrançta piyonlar geri, kaleler çapraz gidiyorsa ne olmuş? Bize böyle oynamayı, mucidiyle sürekli temasta olduğundan dolayı satrancı hepimizden iyi bilen muhterem hocamız öğretti…"
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.