Yusuf Akoğul

Yusuf Akoğul

II. Dünya Savaşı Dönemi Türkiye’nin Dış Politikası (2)

II. Dünya Savaşı Dönemi Türkiye’nin Dış Politikası (2)

Almanya’nın 22 Haziran 1941’de Sovyetler Birliği’ne saldırmasıyla savaş yeni bir boyut kazandı. İtalya ve Japonya hariç, savaşan tüm taraflarla ittifak ya da saldırmazlık anlaşmaları olan Türkiye artık kendisini daha güvende hissetmekteydi ve savaş dışı kalma konusunda hala başarılıydı. Almanların Sovyetlere saldırmasıyla da en mühim korkusu olan “Polonya Sendromu”ndan kurtulmuştu.

Ancak bu rahatlama uzun sürmeyecektir. Daha önce Almanya ve SSCB tarafından Boğazların müttefiklere açılmaması için yoğun bir baskıya maruz kalan Türkiye, Alman-Sovyet savaşı başladıktan sonra ise bunun zıddı yönde bu kez Almanlara karşı Boğazları Müttefiklere açma yönünde İngiliz ve Sovyetlerin baskısına maruz kaldı. Bu dönemde savaşan taraflarca Türkiye’ye savaş dışı tutumunu terk etmesi için sürekli ve yoğun bir baskı yapılmıştır. Önceleri Rusya ve Kafkasya cephelerinde başarıları sürdüğü müddetçe Almanya, Türkiye’nin Sovyetlere saldırması için yoğun çaba sarf etmiş; 1942 yılının sonlarına doğru savaşın kaderi Almanya’nın aleyhine dönmeye başladıktan sonra da gerek SSCB gerekse İngiltere sürekli Türkiye’nin Almanya’ya savaş ilan etmesini talep etmişlerdir. 1942 sonlarında Türkiye üzerinde Almanya’nın baskısı azalırken bunun yerini Müttefiklerin baskısı alacaktır.

1943-1945 yılları arasında Müttefik Devletler arasında yapılan ve bazılarına Türk yetkililerin de katıldığı Casablanca, Adana, Quebec, Moskova, Kahire ve Tahran konferanslarında Türkiye’nin Müttefiklerin yanında savaşa katılması, Boğazları Müttefiklere açması vb. Konularda birçok karar alınmış, bu kararlar doğrultusunda Türkiye üzerinde yoğun bir baskı politikası izlenmiştir.

1943 yılında Almanya, Sovyet direnişi karşısında geri çekilmeye başlamış, 6 Haziran 1944’te Normandiya Çıkarması ile açılan ikinci cephe sonrasında ise Almanların artık iyice sıkışmaya başlaması savaşın tüm dengesini Müttefikler lehine döndürmeye başlamıştır. 

1945 yılına girerken Türkiye’nin başlıca endişesi Sovyet tehlikesiydi. Çünkü bütün Orta Avrupa ve Balkanlar Sovyetlerin askerî işgalî altına girmişti. Churchill ile Stalin arasında 9 Ekim 1944’te yapılan Moskova Görüşmesi Türkiye’nin endişelerini daha da artırmıştır. Görüşmede, savaş sonrası nüfuz bölgeleri belirlenmiş ve İngiltere, SSCB’nin Montreux Boğazlar Sözleşmesinde ayrıntıları daha sonra görüşülecek olan değişiklik teklifini prensip olarak kabul etmiştir. Savaşın artık Müttefik Devletlerin zaferiyle sonuçlanacağı bir merhalede, 4-11 Şubat 1945’te Yalta’da İngiltere, SSCB ve ABD liderlerinin bir araya geldiği Konferans’ta, Nisan sonunda San Franisco’da toplanacak BM Konferansı’na sadece 1 Mart 1945 tarihine kadar Almanya ve Japonya’yla savaş durumunda olan devletlerin kurucu üye olarak katılabileceği kararı alınmıştır. Bunun üzerine Türkiye 23 Şubat 1945’te Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etti. Böylece Türkiye II. Dünya Savaşı boyunca yapılan bütün baskılara rağmen reddettiği savaş ilanını, savaş sona ererken gerçekleştirmiş oldu. 

İkinci Dünya Savaşı 7 Mayıs 1945’te Almanya’nın teslim olmasının ardından Avrupa’da neredeyse sona ermiş, Japonların teslim olması ile fiilen 15 Ağustos’ta, hukuken ise 2 Eylül 1945’te sona ermiştir. Türkiye’nin bu “göstermelik” savaş ilanı kararı anlaşıldığı üzere, BM konferansına kurucu üye olarak katılma amacı dışında bir mana ifade etmemektedir.

Yalta Konferansı ve sonrasında Sovyetlerin Türkiye üzerindeki baskısı yoğunlaşmıştır. Boğazlarda daha fazla hak ve Kars-Ardahan bölgesini içeren toprak talepleri konusundaki notalar Türk-Sovyet ilişkilerini oldukça gergin bir noktaya getirmiştir.  Bu durum, savaş sonrasında da devam edecek ve Soğuk Savaş döneminde Türkiye’nin batıya ve ABD’ye yakınlaşmasının da bir nedeni olacaktır. 7 Mayıs 1945’te Almanya, 14 Ağustos 1945’te ise Japonya’nın teslim olmasıyla II. Dünya Savaşı fiilen sona erdiğinde, Türkiye dünyanın birçok yerini ve özellikle de kendi bölgesini etkileyen, 70 milyonun üzerinde asker ve sivilin öldüğü bu büyük yıkımdan, savaş dışı kalarak ve tek bir kurşun atmadan kurtulmuş oluyordu. Fakat bundan sonra oluşacak olan yeni Avrupa ve dünya dengesinde bir var olma mücadelesi ile karşı karşıya kalacaktır. 

Sonuç olarak, yeni kurulmuş ve hem askerî, hem de ekonomik açıdan oldukça zayıf durumda bir ülke olan Türkiye, yürüttüğü usta ve incelikli bir dış politika ve diplomasi ile savaşın dışında kalmayı başarabilmiştir.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
SON YAZILAR