Her yanımız tuzak
Öyle bir çağdayız ki…
Her yan tuzaklarla dolu.
En temel ihtiyaçlar, alış verişler bile “kapan”larla çevrili.
Hele güçsüzsen…
Ne sana uğramaması; ne de uğradığında kaçıp kurtulman mümkün!
Aslında karşılaşıp karşılaşmamak da pek elimizde olan bir şey değil.
İnsanız, yaşıyoruz; ihtiyaçlarımız var…
Bu ihtiyaçlara ulaşma yolunda emek harcarken olsun, ücret öderken olsun, hep bir aldanma-aldatılma ihtimaliyle karşı karşıyayız.
Örneğin bugün her nerden ve her ne alırsak alalım, çok dikkatli olmak zorunda kalıyoruz.
En basitinden pazardan meyve sebze alırken bile, kandırılma riski altındayız. Almak istediğimiz elmanın önüyle arkası bir olmayabiliyor. Tezgahın ön sıralarında gözükenle arkadan poşete doldurulan çok farklı oluyor.
Marketlerde yine…
Kimi ürünlerin standart, bilindik gramajların altına düşürüldüklerini birkaç alımdan sonra anlıyoruz.
Tüketici üzerinde oluşmuş-oluşturulmuş algı ile gerçek çok farklı olabiliyor.
Örneğin daha önce hep 5 kilo olarak aldığımız bir yağ 4.5 kiloya düşürülmüş ama farkına varamıyoruz. Çünkü 5 kilo olarak bilip, bakmadan alıyoruz. Daha önceleri hep 1 kilo olan salça 840 grama düşmüş, çoğumuz 1 kilo diye almaya devam ediyoruz.
Vatandaşın 100, 250, 500, 1000, 5000 gram olarak bildiği pek çok ürün 111, 225, 130, 40, 172, 960, 1440, 810, 4500 gibi küsuratlı gramajlarla satılıyor. Gramaj oyunu, özellikle kuruyemiş, deterjan, çikolata ve şarküteri ürünlerinde hayli arttı.
Marka aynı, paket aynı ama içi farklı.
Ürün sadece gramaj olarak değil kalite olarak da farklılık gösterebiliyor.
Bakıyorsunuz aynı markanın aynı ambalajlı ürününün birinde ithal pirinç var, diğerinde yerli pirinç. Kalitesi yerliye oranla daha düşük olan ithal pirincin fiyatı daha düşük olması gerekirken, öyle olmayabiliyor. Öyle ise bile vatandaş fiyatı uygunmuş diye yerli pirinç alıyorum diye ithal pirinç alabiliyor.
Gıdaların fiyat ve gramajlarında sergilenen oyunların yanı sıra bir de içeriğinde dönen dolaplar var.
Algı ile gerçeğin aynı olup olmadığını anlayabilmek için üzerlerindeki o küçücük yazıları okumak yetmiyor. Bir de o yazılanları anlayacağımız dile çevirmemiz gerekiyor. Adamlar öyle kelimeler kullanıyorlar ki, örneğin domuz mamülü içeriyorsa bile bu böyle açıkça yazmıyor. Ve kod olayı var. Ürün içeriği bir takım kodlarla ifade ediliyor. Vatandaş ne bilsin bilmem ne kodunun ne demek olduğunu?
Giyim mağazaları hele…
En küçüğünden en büyüğüne kadar hemen hepsinde yüzde bilmem kaça varan indirim yazıları görürüz de, bir ürünü satın alıp kasaya gelince başka başka gerçeklerle karşılaşırız.
GSM operatörlerinin kota ve tarife oyunları da saymakla bitmez.
Adamlar ne yapıp ne edip faturayı istedikleri miktara çekmeyi başarırlar. Örneğin cep telefonunuzla 1 saniye de görüşseniz hesabınızdan 6 saniye düşer, 5 saniye de görüşseniz 6 saniye düşer de bunu pek çoğumuz bilmez; göstermezler, söylemezler çünkü.
Küçücük yazılı sayfalarca evraka imza attırılmışızdır en başta, her öfkemizin, itirazımın önü en başta kesilmiştir, peşin peşin.
***
Tabi tüm bunlar daha çok alt ve olta gelir seviyesindeki insanlar için geçerli. Bol parası olana “oyuna” ne gerek var. En kaliteli olanı ederinin de üzerinde bir fiyata kolayca satabileceğinizden, üstüne bir de o ürünün eğer küçücük de olsa bir eksiği, olumsuz yönü var ise “onu değil bunu alın, bu daha kaliteli” tavsiyesinde bulunursunuz.
Garibanda ise durum tam tersidir; “madem ona paran yetmiyor bunu al, bu daha ucuz”.
Dünya hayatı işte…
Öyle böyle geçip gidiyor.
Asıl ahiretimiz güzel olsun, öyle değil mi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.