Nagehan Özdemir

Nagehan Özdemir

Henüz mümkün yeni bir başlangıç

Henüz mümkün yeni bir başlangıç

Yağmurlarıyla yazın tozunu yıkadı Ekim… Geçen gün yamacı kaplamış ağaçlarıyla küçük bir orman görünümü veren yazın sıcağında küçük yürüyüşler yaparak serinlemeye çalıştığımız parkın yanından geçerken, ‘yazın da çok güzeldi ama sonbahar bu parka çok yakıştı’ diye düşündüm. 
Ankara’ya en çok yakışan hüzündür, güzdür, kızıl, sarı, turuncu renkleriyle sonbahardır… Ufukla gökyüzünün birleştiği noktada sıcaktan gölgelerin, serapların oynaştığı bozkır sıcağından sonra sarı, kırmızı, turuncu renkleriyle sonbahar yumuşak bir anne gibi sarar Ankara’yı, rahatlatır, soluk aldırır…
Bir Ekim akşamı bir mahalle içinde oturduğunuz parkta, kitabınızı açmış okurken, size eşlik eden üşütmeyen ama hafifçe esen sonbahar rüzgârı, bir de grup kızıllığı değmiş kocaman yapraklardır. Ağaçlarla kaplanmış yollarda yürürken, başınıza düşen atkestaneleri ve ayaklarınızın altında kocaman sarı yapraklarıyla Ankara sokaklarında yürümek hele yanınızda bir dost varsa daha da güzeldir…
Bir masal mevsimi gibi sonbahar… Bir varmış, bir yokmuş… Dün her şey vardı, gençlik, sağlık, sevgi, aşk, dostluk, arkadaşlık, kardeşlik.  Bugün dünden kalanlar sayılı. Dün vardı, bugün yok… 
Adı hep ayrılıkla, hazanla anılsa da sonbahar Ankara’da hüzünden ziyade bir huzurdur… Okuldan, sınavlardan, sonu gelmeyen işlerden, patronun bitmek bilmeyen isteklerinden, dinlenmek için çıkılan ama yorgun gelinen tatillerden, günlük hayatın telaşesinden, dağdağasından, hepsinden ama hepsinden bir kurtuluş, eve dönüş, yüreğine dönüş, sakinlik, sessizlik, huzurdur…  Biraz sessizlik lütfen, şu güzelliği seyredelim… 
Yahya Kemal sonbaharı ne güzel anlatır: “Fani ömür biter, bir uzun sonbahar olur. / Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, tarümar olur. / Mevsim boyunca kendini hissettirir veda; / Artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ. / Yazdan kalan ne varsa olurken haşır neşir. / Günler hazinleşir, geceler uhrevileşir; / Teşrinlerin bu hüznü geçer ta iliklere. / Anlar ki yolcu, yol görünür selviliklere… Teslim olunca vadesi gelmiş zevaline, / Benzer cihana gelmeden evvelki haline…
Mevsimleri ömrün fasıllarına benzeten âlimler, her mevsimin bir lisanı, manası ve mesajı olduğunu söyler. Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretleri Marifetname adlı eserinde insanın çocukluğunu bahara, gençliğini yaza, olgunluğunu sonbahara, ihtiyarlığını ise kışa benzetir. Ona göre sonbahar, olgun insanı temsil eder. 
Çoğu yazar ve sanatçı tarafından ölümden önceki son durak, ömrün son baharı, firakın habercisi olarak görülen sonbahar, Ankara’da Muhammed İkbal’in dizeleriyle henüz umut olduğunu hatırlatıyor daha çok. İkbal’in deyişiyle, henüz tövbe kapısı açık, henüz mümkün yeni bir başlangıç, henüz geçmiş gibi şimdi de toz olmaktan kurtarılabilir. Henüz imkân var, bu son güzellik, bu son grup, henüz vakit çok geç değil ömrüm, çok geç değil…
Ey dost, seninle gençliğimizin başında hayatımızın muhasebesini yaptığımız, umutlarımız, beklentilerimiz, acı ve keder dolu anılarımız eşliğinde düşen sarı yapraklara bakarak umutlarımızı diri tutmaya çalıştığımız uzun güz akşamları yürüyüşlerimiz yok artık… Ne zaman Eylül gelse, ne zaman kızıl yapraklarıyla bir ağaç görsem, seninle yeniden bir uzun sonbahar gününde ömrümüzün tefekkürünü yapacağımız, hüzünleneceğimiz, sevineceğimiz ve o banktan ‘henüz umut var ey gönlüm’ duygusuyla ayrılacağımız ve birbirimize yaslanarak şiirler eşliğinde, sarı yapraklar arasında yürüyeceğimiz o uzun sonbaharı özlüyorum. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR