Hayranı Sultanlar olan Vezir ‘Nizamülmülk’
TRT’nin yeni dizisi Uyanış Büyük Selçuklu ilk bölümüyle geniş bir izleyici kitlesine ulaştı. Diriliş Ertuğrul ile başlayan tarihi dizi ve filmler hatalı olsa da tarihi anımsattıkları ve bilinmeyenleri, araştırılmayanları tekrar gün yüzüne çıkarması ile büyük bir güzellik ortaya koyuyor. Uyanış Büyük Selçuklu’da da nahsi geçem ve canlandırılan Vezir Nizamülmülk, yabancı olsaydı belki de daha çok tanıyacaktık. Biz de bu yazımızda dizi vesilesiyle kısa bir hatırlayalım dedik.
Hace Nizamülmülk, 10 Nisan 1018’de dünyaya geldi. Küçük yaşta annesini kaybetti ve bakımını babası üstlenip hafız olmasını sağladı. Daha sonra Halep, İsfahan, Nişabür, Bağdat gibi önemli ilim şehirlerinde dersler okudu. Kuşeyri Risalesinin yazarı Abdulkerim Kuşeyri rahmetullahi aleyhten hadis dersleri aldı. Selçuklu’nun Horasan’ı alması sonucu babası ile beraber Selçuklu’da hizmet etmeye başladı.
Merv’e gittikten sonra Çağrı Bey’in iltifatlarına mazhar oldu. Çağrı Bey’den, oğlu Alparslan’a Nizamülmülk’ü bir baba gibi görmesini ve saygıda kusur etmemesini istedi. Sultan Alparslan döneminde ise vezirliğe yükseltildi. Önemli bazı kaynaklarda, ‘Atabeg’ ünvanının ilk kendisine verildiği yazılıdır. Sultan Melikşah dönemindeki savaşlarda ve isyanların bastırılmasında önemli roller üstlendi. O kadar dirayetli bir vezir idi ki bazı kesimler tarafından kıskanılıp Sultan’a şikâyet edildi. Fakat her defasında yetkileri artırılarak görevine devam etti. İkta sistemi onun gayretleri sonucu Selçuklu’da uygulanmaya başlandı. Askeriye ve ekonomideki faydaları sebebiyle Osmanlı’da da uygulandı. (İkta: Bir kişinin mülkiyetinde olmayıp devlete ait olan toprakların vergilerinin veya gelirlerinin asker veya sivil erkâna hizmet ve maaşlarına karşılık verilmesidir.)
İslam coğrafyasını kasıp kavuran ve müminleri ümitsizliğe düşüren Batınilere karşı mücadeleyi devlet politikası haline getirdi. Temiz itikadlı alimleri Selçukluya davet ederek ve kurduğu Nizamiye medreseleriyle mücadelenin ilim ayağını oluşturdu. Medreseler açarak, resmiyet vererek destekledi. Gazneli Mahmud’un Batiniliğe karşı çalışmalarını örnek alarak askeri anlamda da mücadele edilmesi gerektiğini savundu. Yazdığı eserler ile de Sultan’dan saraydaki hizmetlilere kadar tüm yetkililere nasihatlerde bulunuyordu.
Sultan Melikşah ve Sultan Alparslan dönemlerinde katılmadığı tek savaş Malazgirt savaşı idi. Gaziliğinin yanı sıra, siyaset, eğitim, askeriyede yaptığı değişiklikler ve kanunlarla halâ kullanılan sistemlerin öncüsü oldu. Bir sefer sırasında Batıni bir haşhaşlı tarafından suikastle şehid edildi.
Nizamülmülk’ün gençlik döneminde Hasan Sabbah ve Ömer Hayyam’la arkadaş olduğu ve aynı hocadan ders okuduğu söylenir. Fakat 1018 yılında doğan Nizamülmülk’ün 1047 (veya 1053) yılında doğmuş Hasan Sabbah ile arkadaş olması uzak bir ihtimaldir.
NizamulMülk’ün kaleme aldığı “Siyasetname” isimli kitab; ayet- hadis ve büyüklerin sözlerinden oluşan hikâyelerle süslenmiş anayasa hükmünde sayılabilecek bir kitaptır. Esere zamanla eklemeler yapılmış, çıkarılan yerler olmuştur.
Sultanlara öğütler ile başlanılan kitaba Nizamülmülk, ilk olarak yöneticilere bu sözü düstur edinmelerini söylüyor: “Mülk, küfürle devam eder, zulümle devam etmez!”
Siyasetname’den
Kitap da öyle güzel ve yerinde tespitler vardır ki sanki bugünlerde de bize lazım olan bu denilse yanlış olmayacaktır.
Devlet reislerinin okuduğu ve birçok dile çevrilmiş olan kitaptan bazı bölümleri istifadenize sunuyoruz;
Batıl fırkalarla mücadelede
Devlet’e nasihatler
“… Gerçekten Efendi Melikşah bilsin ki o büyük günde ferman altında bulunan bu kulların cevabını ondan soracaklardır. Başkasına havale edecek olursa, dikkate almayacaklardır. Madem durum böyledir, bu önemli işin idaresini hiç kimseye bırakmamak, halkın işinden gafil olmamak, muktedir olduğu kadar onların ahvalini gizli ve açık sormak, uzun elleri kısaltmak, zalimlerin zulmünü onların üzerinden kaldırmak gerekir; öyle ki O’nun bereketi onun devleti zamanına ulaşır; hayır dua kıyamete kadar onun ruhuna erişir. Fudayl b. İyaz: ‘Eğer benim duam kabul olunsaydı, adil sultandan başkasına dua etmezdim. Zira, kendisinin iyiliği ve Yüce Allah’ın kullarına iyiliği, cihanın bayındırlığı adalettendir.’ demiştir”
… Sultan Mahmud, Irak’ı aldığı zamanlarda ‘Deyr Keçin’ isimli yerde bir kadının eşyalarını hırsızlar çaldı. Hırsızlığı yapan bu insanlar, itikadları bozuk, her türlü ahlaksızlığı yapmaktan çekinmeyen bir eşkıya taifesiydi. Kadın Sultan’a gidip hırsızları şikâyet etti ve onlardan bahsetti. Sultan Mahmud “Deyr Keçin nerede bulunuyor?” diye sorunca, Kadın, “Ne kadar olduğunu bildiğin ve hakkını verebileceğin kadar vilayet zabt et” dedi. Sultan, “Doğru söyledin” dedi. Ardından, “Bu eşkıyaların hangi kavimlerden olduklarını, nereden gelmiş bulunduklarını biliyor musun?” diye sordu. Kadın onların kim olduklarını anlattı. Bu eşkıya taifesinin, Allah Rasulü’nün faziletli hanımlarına iftira atan, lutîlikte bulunarak haddi aşan, insanları bozuk fırkalara dahle zorlayan, İslami kaideleri inkâr eden bir güruh olduğunu öğrendi. Ve onlara gerekeni yaptı.
Sultan Mahmud neler yaptığını kendisi şöyle anlatmaktadır: “Bu durum bana doğru malum olunca bu işi Hindistan’a yaptığım gazâya tercih ettim, yüzümü Irak’a çevirdim. Hepsi de temiz itikadlı, pâk dinli Hanefi mezhebinden olan Türk askerlerini onların kökünü dünyadan kazımaları için Deyliler, zındıklar ve Batınilerin üzerine memur ettim. Türk askerleri onları kılıç ile helak ettiler. Bazılarını da zincire vurarak zindana attılar. Memuriyeti hep Horasan hacelerine ve mutasarrıflarına verdim. Zira onlar Hanefi ve Şafii mezhebindendirler. Bu iki taife; Bâtıni, Harici ve Rafızî’lere aman vermeyen temiz ve pak fırkalardır. Bozuk itikadlı bir katibin kalemi kağıt üzerine koymasına dahi müsaade etmedim. Bu tedbir ile Irak ülkesini Allah’ın yardımıyla kısa zamanda temizledim. Yüce Allah beni müfsidleri yeryüzünden kazıyayım, adalet ve ihsan ile dünyayı bayındır edeyim diye yaratmış ve halkın üzerine memur etmiştir.”
Konaklamada dikkat
edilmesi gerekenler
“Padişahın yüce alayı hareket edince, ineceği bir aşamada ve konaklama yerinde erzak ve atlar için ot hazır bulunmuyor. Birçok gayretle elde etmek gerekiyor ve halktan kısmetle almak icab ediyor. Bu caiz olmaz; Sultan’ın geçeceği yollara konaklama yeri yapılmalıdır. Hasat ürünlerini toplayıp satın alınmalıdır. Eğer oradan geçilip ihtiyaç duyulursa sarf ederler. Eğer oraya gitmezlerse toplanan ürünleri satsınlar ve parasını hazineye getirsinler. Böylece halk sıkıntıya düşmesin ve ot yüzünden işte bir aksaklık meydana gelmesin.”
İdarenin bozulmasını İstiyorsan…
“Padişahlar uyanık, vezirler akıllı olmalıdır. Her devirde iki meşguliyeti bir kişiye, bir meşguliyeti de iki kişiye asla buyurmazlardı; böylece işleri hep parlak ve düzenli idi. Çünkü iki meşguliyeti bir adama buyurdukları zaman bu iki meşguliyetten biri daima bozuk ve kusurlu olur. Eğer bir adam gereğince gayret gösterirse, bakımını ciddi olarak ele alırsa, öteki meşguliyette gereğince gayret ve ihtimam gösterirse, bu defa mutlaka kusur ve bozukluk meydana gelir. Baktığın zaman iki meşguliyetli olan kimsenin ikisi de hatalı olurlar. O başarısız ve sorumlu bulunur. Amir daima üzülür. Keza, ne zaman ki iki kişiye bir görev buyururlar, bu ona, o da buna atar. Neticede o iş daima yapılmamış olur.
Bir atasözünde: “İki hanımlı ev süpürülmüş kalır, iki aile reisli ev viran” derler. Her ikisi gönüllerinde şunu düşünmelidir: “Eğer ben bu işte gereğince zahmet çekip işe baksam, hiçbir bozukluğun yol bulmasına imkân bırakmasam, efendilerim bunun benim liyakat, maharet, ihtimam, çabukluk ve gayretim ile olmadığını sanırlar.”
Öteki ise daima düşünür: “Eğer amir, ‘Niçin bu işe iyi bakmadınız ve hata yaptınız?’ diye sorarsa, mesuliyeti birbirlerinin üstüne atarlar. O, “Hayır, bütün hatayı o yaptı” der ve suçu bunun üzerine yükler, akla ve aslına döndüğü zaman ne bunun ne de onun suçu vardır. Suç iki kişiye bir görevi buyurandadır. Vezirin yetersiz ve padişahın gafil olduğu her zaman, bunun alameti; bir amile iki gafil veya üç, beş, yedi, otuz memuriyet buyururlar. Bugün öyle adam vardır ki, bütün kifayetsizliğine rağmen uhdesinde on memuriyet vardır. Eğer başka bir görev meydana çıkarsa, onu da kendisine bağlar. Eğer otuzuncusu için para harcamak gerekirse, harcar; ona verirler. Bu adamın görevin ehli olup olmadığını, kâtiplikte ve memuriyette kabiliyet bulunup bulunmadığını, muameleyi yürütüp yürütemeyeceğini, kabul etmiş olduğu bunca görevle başa çıkıp çıkamayacağını düşünmezler.”
Nizamiye Medreseleri
Fatimiler, Abbasi ve Selçuklu’ları zayıflatıp kaldırmak ve kendi sapkın fikirlerini yaymak için her koldan saldırıyorlardı. Askeri ve casusluk teşkilatlarının yanında batıl inançlarını yaymak için eğitilen adamlar devlet kademelerine sızıyor ve halkın itikadlarıyla oynuyorlardı.
Bu sapıklarla her yönden savaşılması ve karşı konulması gerektiğini düşünen Nizamülmülk, kendi ismiyle müsemma Nizamiye Medreselerini kurdu. Devlet eliyle kurulmuş ve desteklenmiş olan bu medreseler; mescid, kütüphane, hoca-talebe odaları, dershaneler, hamam gibi bölümlerden oluşuyordu. Külliye olarak kurulan bu medreselerin tüm ihtiyaçları yine Nizamülmük’ün kurduğu vakıflar aracılığıyla karşılanıyordu. Hocaların maaşı ve talebelerin bursu içinse medresenin yakınına inşa ettirdiği çarşıdaki dükkanların gelirleri destek oluyordu.
Osmanlı’daki eğitim anlayışının da temellerini oluşturan Nizamiye medreseleri, zamanının ilim ve bilim merkezi haline gelmişti. Hatta güzel bir şey anlatılırken, “Nizamiye medresesi gibi” deniliyordu. Arapça eğitim veren medresenin temel düsturu, Ehlisünnet itikadını iyice anlamaktı! Genelde Eş’ari alimlerin okuttuğu ders müfredatı ise tefsir, hadis, kelam, İslam hukuku metodolojisi, edebiyat, vaaz, matematik idi. Pozitif ilimlerde de önemli çalışmalar yapıldı. Doğal afetler ve Moğol istilaları sonucunda günümüze ulaşamayan kütüphanesi ise o zamanın en önemli kütüphanesiydi.
Medrese meyvelerini daha ilk öğrencileriyle beraber vermeye başlamıştı. Önemli sayıda kitap telifleriyle Batıniliğe adeta geçit vermeyip mağlup ettiler. Çok önemli alimlerin yetiştiği bu medresenin hocalarından biri de Nizamülmülk’ün özel izin ve davetiyle ders veren “Hüccetü’l-İslam İmam-ı Gazali rahmetullahi aleyh’ti.
Fakir öğrencilerinde yatılı ve burslu olarak okuduğu medresede eğitim yaşı yirmiydi. Dört sene sonunda başarılı öğrencilere ‘icazetname’ verilip mezun edilirdi.
Bağdat, Musul, Basra, Nişabur, Belh, Herat, İsfahan, Merv, Amul, Rey ve Tuş gibi önemli şehirlerde çok sayıda bu tip medreseler kuruldu.
Tarihçi Hitti’ye göre Oxford, Paris ve Salerno gibi önemli üniversiteler, Nizamiye medreselerinin eğitim sisteminden etkilenerek kurulmuştur. Zira ilk olarak Nizamiye medreselerindeki bazı uygulamalar halen kullanılmaktadır. Mimari açıdan şuanki ‘kampüs’ ilk bu medreselerle oluşturuldu. Şuan eğitim sistemimizdeki ‘kredi ve ders geçme sistemi’ ilk kez Nizamiye medreseleri ile kurumsallaşmış ve yaygınlaşmıştır. Yatılı ve burslu öğrenci sistemi de ilk bu medreselerde başlatılmıştır. Şu anda medreselerimizde verilen icazetname ve okullarımızdaki diploma yine Nizamiye medreselerinin uygulamasıdır.
Hakkında biraz olsun bilgiler vermeye çalıştığımız Nizamülmülk, içinde bulunduğumuz durumu görürcesine asırlar öncesinden bizlere şöyle seslenip umudumuzu kaybetmememiz gerektiğini bildirir: “Semavi saadet dolayısıyla, mutsuz günler geçip de, rahat ve emin günler gelince, yüce Allah, meliklerin oğullarından adil ve akıllı birini çıkarır; ona bütün düşmanlarını kahredecek bir talih devlet verir; bütün işlerde temayüz eden; her işte padişahların adetlerinin nasıl olmuş bulunduğunu, onun babalarının Bargâh’ta ve memleketinin düzen ve sisteminin nasıl olduğunu herkesten araştıran ve herkese soran, kitapları okuyan akıl ve ilim verir. Fazla zaman geçmeden, memleketin bütün düzenini ve kanunu tekrar yerine getirir, herkesin çapını ve derecesini ortaya çıkarır; değerlileri kendi payelerine ulaştırır; değersizlerin ellerini kısa eyler; kendi iş ve meslekine gönderir; nankörlerin kökünü kazır. Dinin dostu, zulmün düşmanı olur. Halk dinine yardım eder. Allah’ın izni ve lütfu ile beyhudeliği ve bidatı kaldırır.
Birçok şeyin dikkate çarpması, düzenden düşmüş olan şeylere rehber olması için şimdi de biraz bu hususu hatırlayalım ki, Alemin efendisi, düşününce her biri hakkında bir emir ve ferman versin. İnşallah-u Teala.”