Zeynep OKUMUŞ

Zeynep OKUMUŞ

“Hak”

“Hak”

Aslında dik duran omuzlarında kim bilir ne yükler var. Kim bilir kimlerin hakları saklı göğüs kafesinde.
Her yıl bir kişiyi tanısan ortalama 16 bin kişi yer kaplıyor nöronlarında, sen 50 yaşına geldiğinde. Bunlar tanıdıkların. Bir de tanımadıkların var tabii. Görmediğin ve belki de göremeyeceğin fakat büyük etkileri olan sayısız kişi daha. Çok yakın değiller, çok da uzak değiller aslında.

Ya sadece ademoğlu mu var bu topraklarda? Yılda 2 milyon sokak hayvanı öldürülüyor evim dediğin yerde. Ya onların evi nerede? Her yıl 15 milyar ağaç ayrılıyor gövdesinden, 5 milyar dikiliyor yerine. 10 milyarlar kayıp. Kimin kaybı tartışılır fakat kim bilir kimin omuzlarına kök salıyor gövdesiz ağaçların hakları. Kim bilir bir insanın sobası yansın diye kimler evsiz kaldı yeryüzünde.

Bunlar sayısal veriler, ya verilere dökülmeyenler? Ya yoldan geçerken kopardığın çiçek, eve giderken görüp de yemek vermediğin köpek, yerde bulduğun para, yere attığın çöp, lavaboya akıttığın yağ, alıp da vermediğin borç? Aslında ne zordur, aldığın nefesten bile sorumlu olmak. Bütün bunların hakkını kendinde saklamak. Ehvenişer diye kabul ediyoruz kendimizi ve birbirimizi. Lakin nefesi bile olmayan asuman mavi oluşundan sorumluysa; ettiği kelamdan, yediği lokmadan sorumlu olmayan insan mı olur?
Şimdi tekrar düşünmek gerek; aslında sen farkında olmasan da belki de yürüyüşünü bozan, omzunu ağrıtan oturuş şeklin ya da bütün gün sırtında taşıdığın çantan değildir. Belki de bunlara sebep olan göğüs kafesini zorlayan bir şeydir, omuzlarına böyle bir yük binmiştir belki. Belki de bu yüzden meyus geziyorsundur. Mutlu olamamanın sebebi yapamadıkların değil yaptıklarındır belki. Çünkü kim bilir kimler var dik duran omuzlarında. Mesela bir karınca?

Mesela İstanbul’da güneşli, bir sabah yine. Topkapı’nın avlusu cıvıl cıvıl. Böyle havalarda içeride duramaz, hasbahçede şiirler düşler Muhibbi Sultan. Bu sabah da içi daralır, bahçenin kapısı aralanır.

Öyle yeşildir ki etraf insanın çoban olası, idiller yazası gelir. Temiz havayı ciğerlerine doldurur Süleyman, göz gezdirir bahçeye. Birtakım ağaçlar gözüne ilişir. Diğerlerinin aksine yaprakları sararmış, gövdelerini karıncalar sarmıştır. Zamanında kendi elleriyle diktiği ağaçlarını bu halde görmek hüzün verir Sultana.

Süleyman düşünür, bu karıncaları ne yapmak gerektir? Ya karıncaları itlaf edecek ağaçlara kireç döktürecektir ya ağaçların kurumasına izin verecektir. Karıncaların vebaline girmek istemeyen Sultan kararsız kalınca bu hususu dönemin şeyhülislamı Ebusuud Efendiye şair kimliğine yaraşır bir şekilde sualini vezne koyarak gönderir;

“Dırahta ger ziyan este karınca

Günah var mıdır, ânı kırınca?”

( karınca ağaca zarar veriyorsa, karıncayı öldürmenin günahı var mıdır?)

Ebusuud Efendi ivedilikle cevap verir Sultana;

“Yarın hakkın divanına varınca

Süleyman’dan hakkını alır karınca.”

Zamanında Süleyman’ın omzuna yük olan karınca, şimdi kim bilir kimin omzunda. Fakat kimse bilemez tabii farkında olmayınca ya da Süleyman’da bile olmayan kibri sırtlamaya çalışınca.

Önceki ve Sonraki Yazılar
SON YAZILAR