Güzel Ahlak Sahiplerine Müjdeler
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sadaka vermek malı eksiltmez. Kul başkalarının hatalarını bağışladıkça Allah da onun şerefini arttırır. Kim Allah için alçak gönüllü davranırsa, Allah da onu yükseltir.” (Müslim, Birr 69. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 82)
Bu hadis-i şerifte Peygamber aleyhisselatu vesselam Allah’ın güzel ahlaklı olmasının mükafatını dünyada da vereceğini bildirerek insanları iyiliklere teşvik etmektedir.
İnsanoğlunu kötü ahlaka iten en temel sebep, nefsinde bulunan cimrilik, intikamcılık ve kibir gibi kötü huylardır. Nefsin bu huylarının altında yatan sebep de, nefsin korkularıdır. Nefis daima “Malını verirsen tükenir, sen aç kalırsın. İnsanları affedersen seni küçük görürler. Alçak gönüllü olursan sana karşı üstünlük taslarlar.” Diye vesvese verir. İnsanlar bu yüzden cimlik ederek zenginleşip başkalarına tepeden bakmak ister.
Peygamberimiz ise şu ayet-i kerimede haber verilen hakikati izah etmektedir:
“Siz hayra ne harcarsanız, Allah-u Zülcelâl onun yerine başkasını verir.” (Sebe’, 39)
Allah-u Zülcelâl devamlı surette kullarına nimetler vermektedir. Kul nefsani istekler için israf etmeyip, hayırlı işlere sarfettikçe yerine yenisini verir. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir başka hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:
“Her sabah iki melek iner. Biri:
“Ya Rabb! İyilik edene malının karşılığını (halef) ver,” der. Diğeri de:
-Ya Rabb! Cimrilik edenin malını telef et, diye dua eder.” (Buhârî, Zekât 27; Müslim, Zekât 57)
Hadisi şerifte geçen halef kelimesi, dünyada mal olarak karşılık, âhirette sevab olarak bedel anlamına gelmektedir. Telef de ya dünyevî veya uhrevi olarak malın elden çıkıp yok olmasını ifade eder.
Zaten insanın malı en sonunda muhakkak elden çıkacak, mirasçıların olacaktır. Eğer ondan ahiret hazırlığı için istifade etmemişse bu büyük bir ziyandır. Ölmeden önce de başa musibetler gelebilir, mal elden gidebilir. Mal elden çıktığı zaman zekâtı verilmemişse kişi zekat borçlusu olarak kalacaktır ki bu da çok büyük bir ziyandır. Zekâtı verilen mal ise Allah-u Zülcelâl tarafından korunur ve bereketlenir. Mükâfatı da ahirette karşısına çıkar.
Hadis-i şerifte ayrıca insanları bağışlayan kişilerin şerefinin Allah-u Zülcelâl tarafından muhafaza edileceği bildirilmiştir. Cahiliye toplumlarında insanlar kan davası gütmekle, intikam almakla daha şerefli olacaklarını zannederlerdi. Husumet ve intikamda şiddetli olmak, itibar kaynağı gibi görülürdü.
Hâlbuki dinimiz insanları affetmeyi teşvik ediyor. Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede buyuruyor ki:
“Onlar affetsinler, hoş görsünler. Allah’ın sizleri bağışlamasını istemez misiniz?” (Nûr, 22)
Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle müjde vermektedir:
“Rabbinizin bağışına, takva sahipleri için hazırlamış olduğu, genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun! O takva sahipleri ki bollukta da darlıkta da Allah’ı hoşnut etmek için mal harcarlar, öfkelerini yenerler ve insanları affederler. Allah da böyle güzel davranışta bulunanları sever.”(Âl-i İmran, 133-134)
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem hayatı boyunca kendi nefsi adına intikam almamıştır. Mekke’nin fethinden sonra kendi şahsına ve iman edenlere her türlü eziyeti yapanları affetmişti. Kendisini Taif yolculuğunda taşlayanlara bile beddua etmemiş: “Ya Rabbi! Onlar, bilmiyorlar, affet!” şeklinde duâ etmişti. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem daima affediciliği ile gönül kazanmıştır. Allah-u Zülcelâl de onun şanını, şerefini ebediyete kadar yüceltmiştir.
Hadis-i şerifte tevazu yani alçak gönüllülük de övülmüştür. Tevazu, Allah’ın büyüklüğü karşısında kendi acizliğimizi, muhtaçlığımızı idrak etmekten kaynaklanır. Allah’ın yoktan var ettiği, her an rızık ve nimetler verdiği ve her nefeste O’na iki kere hayatımızı borçlu olduğumuzu düşünürsek kibirlenmenin manasızlığını anlarız. İşte kulluğunu idrak eden bu kişiler insanlara da büyüklük taslamazlar. Ayet-i kerimede bu kullar şöyle övülmüştür:
“Rahmân’ın öyle kulları vardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil kimseler kendilerine laf attığı zaman (incitmeksizin) “selam” derler (geçerler).” (Furkan, 63)
Tevazu Allah’ın hiçbir kulunu küçük görmeyip, yoksul ve zavallı kimseleri kardeş bilmektir. Kimseyi hor görmeyip, herkesin hidayetine ve kurtuluşuna vesile olmaya çalışmaktır. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ömrünü hep kendisine iman eden yoksullarla birlikte her şartta sabrederek geçirmiştir. Mekke’nin fethi günü bir adam Peygamberimizin yanına geldi. Korkudan titreyerek İslâm’ı öğrenmek istediğini söyledi. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ona:
“Sâkin ol! Ben bir kral veya hükümdar değilim. (Annesinin yoksulluk zamanlarını kastederek) Kureyş’ten güneşte kurutulmuş et yiyen senin eski komşunun yetîmiyim!..”(İbn-i Mâce, Et’ime, 30;) diyerek emsalsiz bir tevâzû gösterdi.
Allah-u Zülcelâl kibirlenmeyi asla hoş görmez. Ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır:
“Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin.” (el-İsrâ, 37)
Hz. Lokman da oğluna şöyle nasihat vermektedir:
“Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zîrâ Allah, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri aslâ sevmez.” (Lokmân, 18)
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin yürüyüşünü tarif edenler, onun hızlı ve ağır başlılıkla, önüne bakarak yürüdüğünü bildirmişlerdir. Bu sebeple tasavvufta da “nazar ber kadem” yani bakışlar ayak ucunda olacak şekilde yürümek benimsenmiştir.