Gerçekten güçlü bir parlamenter sistemine mi sahibiz?
Bir siyasi parti liderimizin, “Güçlü Parlamenter Sistemden, Bir Kişinin Diktatörlüğüne Geçiyoruz” sözlerinin bir kez daha mercek altına alınması gerektiğine inanıyorum.
Şu sözü edilen , “ Güçlü Parlamenter Sisteme” bir bakalım isterseniz. Kimse uzayda falan yaşamıyor. Hepimiz bu ülkenin gerçekleri ile yaşıyoruz. Tek fark bazılarımızın yaşları, 1920 lerden bu güne kadar Parlamenter Sistemde neler yaşandığını bilir, bir kısmımız ise yaşları itibariyle bir bölümü bilir. Ancak anlatacaklarımızın tamamı Meclis kayıtlarında, gazete arşivlerinde ve beyinlerimizde canlılığını korumaktadır.
Parlamenter Sistemin en önemli unsuru bildiğiniz gibi MECLİS tir. Yani sistemin YASAMA ayağıdır. Bu gün Meclisin bir çok yetkilerinin yanı sıra, bu gün bizi ilgilendiren ve Parlamenter Sistemin Gücünü gösteren iki önemli görevi vardır. Denetim ve Kanun Teklif Etme Yetkisi
Meclis denetim görevini, “Gensoru” ile yapar. Meclis kuruluşundan (1920) bu güne kadar yaklaşık 206 gensoru verilmiş, bununla ne hükümetler yapmış oldukları yanlış uygulamaların bedelini ödemiş ne de zor durumda bırakılmışlardır. Sadece iki bakan Yüce Divana gönderilmiştir. Peki, sizce gerçekten Güçlü Parlamenter Sistemde Meclis Denetim görevini yapabilmiş midir?
Kanun Teklif Etme Yetkisi ise tam bir bilinmezlik. Bildiğiniz gibi, Milletvekillerinin önerdiği Kanunlara, Kanun Teklifi denir. Meclis çalışmalarına şöyle bir bakalım. Kanun tekliflerini sayın Vekillerimiz mi veriyor yoksa Bakanlar Kurulundan gelen tasarı mı Kanun teklifi olarak sunularak Kanunlaşıyor? Bu güne kadar uygulanan sistem, Bakanlar Kurulu Kanun tasarısını yollar Mecliste onaylar. Bunun aksi bu güne kadar bir iki istisnanın dışında görülmemiştir. Yani bu güne kadar Yürütme ne demişse Mecliste o olmuştur.
Demek ki bu günkü sistemde kuvvetler ayrılığı yoktur. Yani Meclis, Yürütmenin (Hükümetin) etkisi altında çalışmaktadır.
Bir gerçeği kabul edelim. Güçlü Parlamenter Sistem dediğimiz bu sistemde, halkın iradesini temsil etmesi gereken Yüce Meclis, gerçekten halkın iradesini mi temsil etmiş yoksa Yürütmenin (Hükümetin) iradesini mi? Yüce Meclis hangi yolsuzlukların üzerine giderek çözebilmiştir? Anayasanın Kendisine vermiş olduğu hangi yetkiyi kendi iradesi ile kullanabilmiştir.? Hükümetler teklif eder, Meclis kabul eder. Bu mudur GÜÇLÜ MECLİS?
Meclisin tıkandığı, çalışamaz hale getirildiği, müdahalelerin yapıldığı, Vekillerin giyim tercihlerinden dolayı Meclisten kovulduğu vs. durumları söyleme bile gereği duymuyorum. Başta eğitim özgürlüğü olmak üzere, özgürlüklerin askıya alınmasının engellenmesi, ikna odalarının kurulmaması, başörtü yasağının uygulanmasına son verilmesi güçlü Meclisin işi değilmiy di? Fikri hür, vicdanı hür insanların yetişmesi kimin işi? Laikliğin korunması adı altında, “Asker” istediği zaman Meclise müdahale etmedi mi? Muhtıralar verilmedi mi? Bu mu güçlü parlamenter sistem? Acaba bu durum birilerinin işine geldiği için mi bu günkü durumu savunuyor? Diye geliyor insanın aklına
Bir soru daha soralım kendimize, şayet güçlü parlamenter sistemimiz varsa neden hala ihtilal Anayasası ile yönetiliyoruz? Ufak değişikliklerin yanında köklü değişiklikler neden yapılamamıştır?
Daha çarpıcı bir örnek verelim. Meclis teamüller gereği kendi bünyesinden hükümeti oluşturması gerekirken zaman zaman bunu da yapamamıştır. Örneğin, 1988 yılında zamanın Cumhurbaşkanı Meclisin teamülleri gereği Sayın Çillere hükümet kurma görevi vermesi gerekirken, bağımsız millet vekili Sayın Yalım Erez’e vermiştir. Her ne kadar Sayın Erez hükümeti kuramamış tekrar hükümet kurması için Sayın Cumhurbaşkanı Sayın Çillere vermişse de, Meclisin iradesi tahakküm altına alınmak istenmiştir. Sizce güçlü bir Meclis buna izin verirmiy di?
Bu güçlü Parlamenter Sistem! zaman zaman Rahmetli Sayın Ecevit’in 70 milletvekili ile azınlık hükümeti gibi azınlık hükümetlerini de bünyesinden çıkartmış ancak fiyasko ile sonuçlanmıştır.
1920 lerde oluşturulan Parlamenter Sistem, o tarihten bu güne kadar neler yaşandığı konusunda şöyle bir hafızamızı yoklarsak asla onaylamadığımız tarihsel bir süreç görürüz. Teferruata girmeden kabaca hatırlarsak, 1920-1938 tek parti tek adam dönemi, 1938-1950 şiddet ve baskıyla yönetilen, her türlü zulmün yapıldığı “parlamenter sistemin askıya alındığı” “Şeflik dönemi” olarak hatırlanan yüz kızartıcı bir dönemdir.
1950 lere gelindiğinde çok partili döneme geçilmiş, kısmen parlamenter sistemin özellikleri görülmüştür. Ancak Başbakan ve Bakanların idamı parlamenter sistemi yerle bir etmiştir. 70 li yıllara gelindiğinde, günlerce seçilemeyen hükümetler, başarısız koalisyonlar, Meclisin günlerce seçemediği Cumhurbaşkanları ile 70 sente muhtaç bir ülkeyle karşı karşıya kalırız.
Seksenlere gelindiğinde geçmişten farklı bir sistem göremeyiz. Güçlü Parlamenter Sistemin unsurları olan Meclis ve Siyasi partiler kapatılmıştır. İhtilal hükümetleri ile idare edilmişiz. Sonrasında Özal döneminde biraz kendimize gelir gibi olmuşsak da koalisyonlar, dibe vurmuş hükümetlerle, ekonomik krizlerle fiilen parlamenter sistem çökmüştür.
İddia ettiğimiz, “Güçlü Parlamenter Sistem” en önemli ayağı olan Meclis hiçbir zaman halkın gerçek iradesini yansıtmamıştır. Parti liderlerinin iki dudağının arasından çıkan sözlerle tespit edilen insanları halk seçmek zorunda kalmıştır. Dolayısı ile milletvekillerimiz tam anlamıyla bağımsız ve özgür olamamışlardır. (Burada maksadımız Yüce Meclisin aleyhinde olmak değil, bilinen gerçekleri hatırlatmaktır.)
Mevcut Parlamenter Sistemimiz birkaç dönem hariç güçlü hükümetler çıkartamamıştır. Bu da ülkenin gelişmişliğini engellemiş, hedef gösterilen muasır medeniyetler seviyesine çıkartamamıştır.
Maalesef Meclisimiz Parlamenter Sistemin güçlenmesi konusunda gerekli yasaları zamanında çıkartamamış, Anayasayı ülkenin ve dünyanın şartlarına göre düzenleyememiştir.
1920 lerden 2017 lere baktığımızda, güçlü bir parlamenter sistemimizin olmadığını çok açık net bir şekilde görürüz. O halde neden, “Güçlü Bir Parlamenter Sistem”e sahip olduğumuz anlatılmaya çalışılmaktadır. İster istemez aklımıza, “ kimler bizim güçlü olmamızı istemiyor?” sorusu geliyor.
Başka bir soru soralım; “Değişim mi? Statüko mu?”
Unutmayalım dünya sürekli değişiyor. Değişime ayak uyduramayanlar yok oluyor. Bakın bugün kü Türkiye, ne olduğu belli olmayan geçmişin karanlık Türkiye’si değildir. Değişimin önündeki engeller kesinlikle kaldırılmalıdır.
Güçlü bir Parlamenter Sisteme ihtiyacımız var. Bu doğru. Bunun için mücadele etmemiz gerekirken statükoyu savunmak ne kadar akılcı? Ne kadar gerçekçi? Ne kadar ülke çıkar ve menfaatlerine uygun?
Ülkemizi ve insanımızı bu kadar yakından ilgilendiren bir konuya değindik ama asla buna takılıp kalmamamız lazım. Diğer taraftan, ne Kıbrıs için yapılacak müzakereleri, ne Fırat Kalkanı Operasyonunu, ne terörü, ne de mevcut yaşadığımız ekonomik krizi unutmamız gerekir. Referandumla yatıp, referandumla kalkmamamız lazım. Her konuyu tartışabilmeli, çözüm yollarını üretebilmeliyiz. Ve bunu kardeşçe, dostça, medeni kurallar içinde yapmalıyız.
Özellikle siyasilerimiz kafalarını kumdan çıkarıp bakmaları lazım. Türkiye’nin “akil adamları” durumunda olan sivil toplum örgütlerinin gündemi sadece ve sadece Referandum mu? Yoksa ülkenin tüm meselelerimi?
Örneğin, Milli Vicdan Platformunun 3-4-5 Şubat’ta düzenlemiş olduğu çalıştaya misafir olarak katıldım. Birbirinden değerli bilim adamlarının, bir birinden farklı sunumları, ülkemizin meselelerine sahip çıkan bilim adamlarının ve STK larımızın siyasetin çok çok önünde olduğunu gösterdi. Sonuç bildirgesin de ise son derece gerçekçi ve çarpıcı görüşlere yer verildi.
Başta hükümetimiz olmak üzere siyasilerimizin STK lara daha fazla zaman ayırıp, daha çok dinlemeleri gerektiğine gönülden inanıyorum.
STK LARIN HALKIN KONUŞAN DİLİ, DÜŞÜNEN BEYNİ OLDUĞU UNUTULMAMALI VE GÜÇLÜ BİR PARLAMENTER SİSTEM İÇİN DEĞİŞİMİN ÖNÜNÜ AÇMALIYIZ.
İsmet TAŞ
İç Anadolu Birliği Genel Başkanı
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.