Alperen Aydın

Alperen Aydın

Galip Ağabeyin Ardından…

Galip Ağabeyin Ardından…

Galip Erdem… Ona hep Galip Ağabey demek geldi içimden. Benim doğumumdan 3 sene evvel Hakk’ın rahmetine kavuşmuş olmasına rağmen o benim ağabeyimdi. Yazılarında, kitaplarında, hayatında hep kendi içimden kopanları onda gördüm. Gittikçe artan yalnızlığımızda, toprağın altında da olsa ‘’Buradayım!’’ deyip tuttu elimizden.
1930 doğumluydu.

Babasının memur olması sebebiyle eğitim hayatı farklı şehirlerde geçti. Galip Ağabeyin kızının ifadesine göre babası daha 17 yaşındayken Rus işgali altındaki Türk beldelerini kurtarmak amacıyla, Turan’a doğru yola çıkıyor ve çeşitli engellerden dolayı geri dönmek zorunda kalıyor. Burada bir şerh düşeyim: (Bunu ilk öğrendiğimde şaşırıp kalmıştım. Yıllar geçse de demek ki dava ruh ve bilinci aynı kalıyor. Bizimde daha o yaşlarda Türkmendağı’na, Kerkük’e gitmeye çalışıp çeşitli engeller yüzünden geri dönmemiz bunu doğrular nitelikte. Demek ki bu bir sevda ve bunu taşıyabilecek yüreklerde nesilden nesile süregeliyor.)

Nihayet Ankara’da hukuk fakültesini kazanıyor. Bu bölümü seçmesindeki en büyük etken düzende gördüğü eksiklikleri ‘’Adaletsiz’’liğe bağlaması. 1953’de memurluk hayatına başlıyor. Memuriyeti sevmiyordu. Tek düze çalışmaktan hoşlanmazdı. Biraz aykırıydı :) Yaptığı meslekleri sadece yaşamak için gerekli olduğu için yapıyordu. Fakat yine hiç sevmediği avukatlıkta işler değişti. (Bu kısma ilerde tekrar döneceğim)

Galip Ağabey 18 yaşından ömrünün neredeyse son 10-15 yılına kadar memuriyet görevini sürdürürken dahi çeşitli dergi ve gazetelerde yazarlık ve köşe yazarlığı da yaptı. Bunların derlemesinden oluşan eserlerini bulabilirsiniz. Sizlere çok şey katacağı kanaatindeyim. Zira onun ümidi hep gençlikteydi. Galip Ağabey okurlarına hep şunu ifade etmiştir ‘’BURADA İNANDIĞIM HER ŞEYİ YAZAMAYACAĞIM, AMA İNANMADIĞIM HİÇ BİR ŞEYİ DE YAZMAYACAĞIM!”  Bu cümle benim yazı hayatımda hep başımın ucunda durdu ve İnşallah duracak. 

1982’de çeşitli görevlerle farklı alanlarda yaptığı memuriyetten emekli oldu. Ve tabii ki darbe… Ülkücüler mahpuslara düşmeye yargılanmaya başladılar. Galip Ağabey işte onca seneden sonra hiç sevmediği avukatlığı öyle bir yaptı ki! Gariban Anadolu çocuklarına, yüzlerce ülkücüye öyle koşturdu ki! Belki ömründe ilk defa ifa ettiği meslek gözünde değerli göründü. 

Paradan nefret eden ve değer biçmeyen adam binlerce lira para toplar oldu. Topladığı paraları her hafta götürüp içerdeki ülkücülere veriyor, dahası sahipsiz kalan ailelerine bakmak için çırpınıyordu. Demek ki neydi? Madde mânâya hizmet ettiği nispette değer görmeliydi. Benim gözümde Galip Erdem’in hayatından alacağımız en büyük ders budur.

Bir gün kızı medya organlarında ülkücüler hakkında söylenen olumsuz propagandalardan etkilenmiş ve babasına sormuştu; ‘’Baba, sen ülkücüleri çok seviyorsun ama onlar hakkında kötü şeyler söyleniyor. Oysa sen iyileri seversin?’’ Galip Ağabeyin cevap net ‘’Kızım, ülkücü bir ideale özgü değildir. Ülkücü; ülküsüne inanmış insanın, ülküsü için dünyalık her şeyden vazgeçebilmesidir. Bunu yapan insan kötü olamaz!’’

Biraz daha hayatının özel kısımlarına bakalım. Bu kısım birçok özelliğimiz çektiğinden hoşuma gidiyor. Galip Ağabeyin gece geç saatlere kadar yatmadığını, yatsa bile uyuyamadığını görürüz. Çünkü kafasındaki problemler onu uyutmuyordu ve bu problemler hiç bitmiyordu. Zira dert ettiği şeyler kendine ait değildi. Vatanı ve milletinin problemleriydi. 

El yazısı berbattı. Çok zor okunuyordu. Arkadaşları, Galip ağabeyin yazısını okumanın doktor reçetesini okumaktan daha çok marifet gerektirdiğini söylüyor :)
Davasına aşkla bağlıydı, ülküsüne aşıktı. Gözü hiç dünyayı görmedi, nefsini sildi, kendini bildi. Yalnız, ömrünün son

5 senesi diyebileceğimiz sürede Galip Ağabey içine kapandı. Yapılan ahde vefasızlıklar, onu anlayamayanlar onu kendi kendine susturmuştu. Çok az konuşuyor, kürsüye davet edildiği zaman nezaketen çıkıp selam verip iniyordu. Bir nevi bu pamuk kalpli adam, küs ölmüştü…

Galip Erdem, 12 Mart 1997 tarihinde Ankara'da vefat etti. Kabri Ankara’nın Cebeci Asri Mezarlığındadır. Yazımı Galip Ağabeyin mezar taşında da yazan bir sözüyle bitiriyorum;
"Başka noksanlarımız da elbette vardır. Ama asıl noksanımız, yeterince sevmesini hâlâ öğrenememiş olmamızdır." 
(Ruhuna Fatiha)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR