Fitne Zamanı Nasıl Davranmalı?
Toplumsal fitneler, bazen o kadar akıl karıştırıcıdır ki hak ile batılı birbirinden ayırmak o kadar kolay olmaz. Hatta fitneleri yayanlar, bunu güya ıslahat namına yapar, kendilerine kurtarıcı süsü verirler: “Onlara; ‘Yeryüzünde fitne fesat çıkarmayın’ dendiği zaman, ‘Biz ancak ıslah edicileriz’ derler.” (Bakara, 11)
Böyle kargaşalı zamanlar, asr-ı saadette, yani henüz Peygamber efendimiz insanların arasında yaşıyorken dahi çıkmıştır. İman edenlerin arasında bulunan bir kısım imanı zayıf kişiler, dıştan iman etmiş gibi görünen ama kalbi Müslümanlara karşı bulanık duygularla dolu olan münafıklarla, müşrikler ve Yahudilerle oturup kalkmaya devam etmiş, bu sebeple de onların karalama kampanyalarının etkisinde kalmışlardır.
Bu, arada kalmış kişiler, bir fitne çıktığı zaman, hemen ona tabi oluverip müminleri zorda bırakmışlardır. Mesela, Uhud harbinde Müslümanların ordusundan üç yüz kişi, böyle telkinler sebebiyle ayrılıp moral bozmuştur. Ve bunun gibi başka birçok fitneler olmuştur.
KİMİ DİNLEDİĞİMİZE DİKKAT EDELİM
İnsanoğlunun kalbi, kaba benzer. O kap, kişinin kulağından giren sözlerle dolar ve renkten renge bürünür. Bu sebeple, Kuran-ı Kerim müminleri fitnelere karşı uyarırken evvela, kulak verip dinleyecekleri sözler hususunda ikaz eder:
“O, size Kitapta: ‘Allah’ın ayetlerine küfredildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze dalıp geçinceye kadar, onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz’ diye indirdi. Doğrusu Allah, münafıkların da, kâfirlerin de tümünü cehennemde toplayacak olandır.” (Nisa, 140)
Allah-u Teâlâ müminlere dostlarını, sohbet arkadaşlarını seçmekte son derece dikkatli olmalarını emretmiştir.
“Sizin dostunuz ancak Allah’tır, Resûlüdür ve Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılan, zekâtı veren mü’minlerdir.” (Maide, 55)
“Allah’a, elçisine ve ahiret gününe inanmış bir topluluk göremezsin ki, Allah’a ve elçisine karşı gelenleri dost edinsin. Hatta onlar, kendilerinin anaları, babaları, çocukları, oğulları, kardeşleri ve akrabaları bile olsa…” (Mücadile, 22)
“Allah’a karşı gelmekten sakının ve sadıklarla beraber olun.” (Tevbe, 119)
Hayat rehberimiz olan Kuran-ı Kerim, bu ayetlerle müminleri toplumsal fitnelere elverişli olmaktan sakındırır. Fitneye uymaya müsait kişilerin, genellikle, bu öğütlere kulak vermeyen, hem müminlerle hem de korku veya menfaat hisleri sebebiyle gayr-i müslim ve münafıklarla içli dışlı olan kişiler olduklarını haber verir:
“Birtakım kimseler bulacaksınız ki; hem sizden emin olmak, hem de kavimlerinden emin olmak ister (iki tarafa da dost görünürler) Fitne için her davet olunuşlarında onun içine baş aşağı dalarlar…” (Nisa, 91)
Gerçekten de Kuran-ı Kerim’i dikkatle okuduğumuz zaman, bize insan tabiatına dair çok önemli ipuçları verdiğini ve kıyamete kadar gelecek bütün hadiselerde, bize çok güzel rehberlik yaptığını görürüz. Mesela, bütün asırlardaki Müslümanlara hidayet kaynağı olan şu ayet-i kerime, zamanımızdaki enformasyon kirliliği karşısında müminin takınması gereken tavrı ne kadar güzel ortaya koyar:
“Ey iman edenler, herhangi bir fâsık size bir haber getirecek olursa, onu iyice tahkik edin, doğruluğunu araştırın. Yoksa gerçeği bilmeyerek bir takım kimselere karşı fenalık edip sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurât, 6)
Gerçekten de zamanımızda medya, sosyal medya, fısıltı gazetesi hep birden el ele vermiş, Müslümanlar arasında fitne çıkarmaktadır. Teknolojinin de kötüye kullanımı ile görsel ve işitsel destekli, teknoloji harikası iftiralar, piyasaya sürülebilmektedir. Şu zamanda en fazla dikkat edeceğimiz husus, iç yüzünü iyice bilmediğimiz bir malumata hemen kapılmamak, bilhassa paylaştığımız ve aktardığımız bilgilere çok dikkat etmek olmalıdır.
Allah-u Teâlâ bizleri duyduğumuz her şeye itibar etmememiz, rast geldiğimiz her akıntıya kapılmamamız için uyarmaktadır: “Bilmediğin şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz, kalp gibi organların hepsi de sorguya çekilecektir.” (İsrâ, 36)
KİME DANIŞMALI?
Peygamber efendimiz ve ashabı, bizim gibi ufak tefek meselelerle değil, toptan yok olma tehlikesi içeren çok zorlu savaşlarla, kuşatmalarla imtihan edildiler. Böyle zamanlarda, iman bakımından zayıf olan kişiler, yayılan dedikoduları kulaktan kulağa yayarak, toplumda endişeye ve güvensizliğe sebep oldular.
Allah-u Teâlâ onların şahsında ümmete şöyle öğüt veriyor ve böyle durumlarda nasıl davranılması gerektiğini öğretiyor:
“Kendilerine barış veya savaş ile ilgili bir haber geldiğinde onu yayarlar. Hâlbuki onu Peygambere ve içlerinden yetki sahibi kimselere götürselerdi, elbette bunlardan, onu değerlendirip sonuç (hüküm) çıkarabilecek nitelikte olanları, onu anlayıp bilirlerdi. Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, pek azınız hariç, muhakkak şeytana uyardınız.” (Nisa, 83)
Bu ayetten anlıyoruz ki mümin bir haber duyduğu zaman, alelacele hüküm vermemeli ve onu aktarmamalı, aksine onun aslını araştırmak ve gerekli tedbirler almak için ümmetin içindeki âkil ve basiretli kişilerle görüşüp onların hüküm vermesini beklemelidir. Çünkü böyle aceleyle yaymak, müminleri, anlık şayialarla dalgalanıveren, birliği dirliği kolayca bozuluveren bir toplum haline getirir. Bu durum ise son derece tehlikelidir.
Oysa ilim irfan sahibi kişiler sakince düşünerek, “Bu şayia kimin menfaatine hizmet ediyor? Bu haberin neticesi Müslümanlar için nasıl olur?” diye basiretle bakarsa, istişare edip akıl birliği yaparak en doğru sonuca varabilir. Bu şekilde davranmaya dikkat edilirse toplum, böyle komplolara karşı dirençli, sağlam duruşu olan bir ümmet olur.
FİTNE ZAMANI MÜMİN NASIL DAVRANMALI?
Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem ümmetinin arasından ayrıldıktan az bir zaman sonra, yalancı peygamberlerin zuhuru ve ridde hadiseleri meydana gelmiş, daha sonra da Hz. Osman’ın şehadetiyle başlayıp Kerbela faciasına kadar uzanan acılar yaşanmıştır. Bu meselelerin de ortaya çıkmasıyla, sahih hadislerin derlendiği kitapların fiten bölümlerinde toplumsal kargaşa zamanlarında yapılması gerekenlere dair geniş yer ayrılmıştır.
Fitne, adı üstünde karmaşık bir durum demektir. Kelimenin kök anlamı, madeni eriterek karışıklardan arındırmak demektir. Müminler fitne zamanlarında, adeta erimiş maden potasındaki eriyik gibi zorlu bir durumdadırlar.
Mesela, birbirleriyle sürtüşme yaşayan iki tarafın da Müslüman olduğu ve haklı olduğunu iddia ettiği durumlarda işler karışıktır. Böyle zamanlarda, eğer haklı olan taraf aşikâr ise Kuran-ı Kerim’in emri, haksız olan tarafa nasihat etmek, dinlemiyorsa haklı olan tarafın yanında durup haddini aşan tarafı bu hareketinden vazgeçirmektir:
“Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafla mücadele edin. Eğer (Allah’ın emrine) dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve (onlara) adaletli davranın. Çünkü Allah, adaletli davrananları sever.” (Hucurat, 9)
Elbette ayette geçen “mücadele edin” emri, kanunla düzenlenmiş yollar veya devletin silahlı kuvvetleri eliyle yapılır. Yoksa kişisel veya örgütsel faaliyetlerle kendi adaletini uygulamak şeklinde bir yöntem, toplumu terörize edeceği için yasaklanmıştır. Peygamberimizin fitne dönemlerine dair en çok tavsiye ettiği şey, sabır, teenni, çekingen olmak, şiddeti tırmandırmamaktır.
Peygamberimiz hiçbir durumda isyan ve kargaşaya izin vermemiştir. Eğer ortada Müslümanların hiçbir cemaati ve rehberi, idarecisi kalmamışsa bu durumda da “… bütün batıl fırkaları ter ket (kaç)! Öyle ki, bir ağacın köküne dişlerinle tutunmuş bile olsan, ölüm sana gelinceye kadar o vaziyette kal.” buyurmuştur. (Buhari, Fiten, 11; Müslim, İmaret, 51)