FETÖ’nün bayramlık sırları
Tapınakçılar, İslam coğrafyasının Moğol zulmü nedeniyle kan ağladığı 13. yüzyılın başında kurulmuş sapkın bir tarikat. Sanıldığının aksine Yahudi ya da Hristiyan değil, dinsiz bir tarikat, 21. Yüzyılın FETÖ’sünün sırlarını deşifre edebilmek için maalesef işte böyle 700 yıl geriye gitmek gerekiyor.
Osmanlı’nın son zamanlarında siyonizmin şeytani etkisi bizlere kadar ulaşır. Sultan Abdülaziz’e darbe yapan masonlar, bir mason olan V. Murad’ı padişah (ve tabii ki halife) tahtına oturturlar. Osmanlı çınarının yıkıldığı o son demlerde çok bilindik mason simalar vardır: Ali Suavi, Şinasi, Ziya Paşa, Cemal Paşa, Namık Kemal gibi..
13 Nisan 1909’da gerçekleşen 31 Mart vakasıyla Abdülhamid’in hal edilişi de bir mason darbesidir. Derviş Vahdedi’nin sıradan bir devlet memuru iken, “Volkan” adı ile 11 Aralık 1908’de yayın hayatına başlattığı ve 20 Nisan 1909’a kadar yayınlarını sürdürüp 110 sayı çıkardığı “Volkan” isimli gazetesinde kaleme alınan yazılarda, devrin meşhur masonlarından Ali Suavi ile devrin meşhur mason ve dini sapıklarından Muhammed Abduh ile Cemaleddin Efgani’yi selefi (üstadı) olarak takdim edilmiştir. (Tarihçe-i Hayat, Tenvir Neşriyat, 1987). Gazetesindeki yazılarla, islamcı ve İngiliz taraftarı duruşu ile dikkat çeken Derviş Vahdedi, bir anda meşrutiyet yönetiminin en tehlikeli düşmanı haline gelmiştir. Karıştığı 31 Mart vakası nedeniyle yakalanıp, yargılandığı mahkemece 25 Haziran 1909’da idama mahkûm edilip, 19 Temmuz 1909’da Ayasofya Meydanı’nda idam edilmiştir.
Nihayet Osmanlı yıkılır, Türkiye Cumhuriyeti kurulur. Fakat o da ne, Mustafa Kemal Atatürk, 1935 yılında mason localarını kapatıverir. Bu şok etkisi, çok geçmeden masonlar arasında bir intikam ve hınç duygusuna dönüşür. Kolay mı öyle mason localarını kapatmak, masonlara kapıyı göstermek! Örneğin şimdi, siyonizm veya İsrail aleyhine o kadar atıp tutuyoruz, var mı bir tane babayiğit mason localarını kapatacak? Yok! Öyle kuru kuruya atıp tutmakla olmuyor bu işler!
Siyonist bir teşebbüs olan Avrupa Birliği’nin açıktan desteklediği bir kuruluş vardı: Moral Rearmament Association (MRA). MRA’nın Türkiye örgütlenmesi 11 Kasım 1966 da “Manevî Cihazlanma Derneği” adıyla kuruldu. Başkanı, dönemin İstanbul valisi ve aynı zamanda İlim Yayma Cemiyeti’nin de kurucusu olan Prof. Fahrettin Kerim Gökay’dır. Fahrettin Kerim Gökay’ın asistanı olan ve annesini Sabetayist mezarlığı olarak bilinen Bülbülderesi Mezarlığına defneden Sabetayist Mazhar Osman Usman ise Aydınlar Ocağı’nın 30 numaralı kurucusuydu. Fahrettin Kerim Gökay, sıradan bir mason değil, aynı zamanda Illuminati üyesiydi; Münir Ertegün’ün ağabeyi Özbekler Tekkesi şeyhi Ata Efendi gibi. Öyle ki Münir Ertegün ABD’de öldükten iki yıl sonra cenazesi Türkiye’ye Amerikan zırhlısı Missouri ile gönderilmişti. MRA’nın o zamanki toplantılarının bazıları Teşvikiye’deki siyonist Gül ve Haç Tarikatı binasında yapılırdı.
MRA mensuplarının 27 Mayıs 1960 darbesinden önce Adnan Menderes hükümetinden emrivaki birtakım talepleri olmuştu. İstanbul’u ‘Dünya Dinlerinin Başkenti’ yapılması, Fener Patrikhanesi Vatikan gibi ayrı bir devlet ilan edilmesi, Kariye Camiinin bir çeşit Hilafet merkezi haline getirilmesi, Ayasofya’nın Ortodoks ibadetine açılması gibi.
MRA, Menderes’in idamından sonra ülkede kontrolü ele alan Amerikancıların da yardımıyla 1963’De ‘Dünya Dinler Arası Diyalog ve Hoşgörü‘ toplantıları tertiplemeye başladı. FETÖ’nün şaşalı yıllarında milletin ağzına pelesenk olan ılımlı İslam, dinler arası diyalog, üç din birliği, İbrahimi dinler gibi abuk subuk deyişler, bu Dernek tarafından icat edilmiştir. Derneğin kurucusu Fahrettin Kerim Gökay, 33 derece masondu. Derneğin diğer tüm üyeleri de masondu ve aynı zamanda Circle d’ Orient (Büyük Kulüp) üyesi olup Siyonist Gül ve Haç Tarikatına bağlıydılar.
Fahrettin Kerim Gökay’ın başkanlık ettiği bir denek daha vardı: 11 Ekim 1951′de Said-i Nursî’nin avukatı Seniyüddin Başak, Emekli Kurmay Albay Vehbi Bilimer öncülüğünde kurulan İlim Yayma Cemiyeti. Bu cemiyette masonların ağırlığı dikkat çekiyordu. 9 Kasım 1967 de Murat Locasına Moşe Şalom ile birlikte giren tüccar Mazhar Çelebi gibi. Yine ilginçtir ki 12 Eylül Darbesinden sonra bir süre Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreter Yardımcılığı da yapan darbeci generallerden Tuğgeneral Hasan Sağlam 1986'dan 2002'ye kadar bu cemiyetin genel başkanlığını yapmıştır.
MRA, İlim Yayma Cemiyeti derken Fetullah Gülen’in tarih sahnesine çıkışı da bu döneme rastlar. MRA’nın dinlerarası diyalog soytarılığı projesini bir başka 33 derece mason olan Üzeyir Garih devralmıştı. Garih’in başyaveri ise Fethullah Gülen’di. Vakta ki Garih öldürülünce dinler arası diyalog projesi ABD (siyonizm) tarafından Gülen’e ihale edildi. Siyonist hain Gülen diyordu ki: “Hz. Muhammed’e iman etmek şart değil, Allah’a inanmak yeter.” (Fethullah Gülen’in Küresel Barışa Doğru kitabı: sh:131).
Şimdi parçaları birleştirebiliriz: İlim Yayma Cemiyeti’ne ne oldu? İlk başta nasıl kurulmuş olursa olsun şimdilerde İlim Yayma Cemiyeti, dış istihbarat servislerinin ve en önemlisi de siyonizmin pençesinden kurtularak İslami bir yapıya büründü. O anlı şanlı büyük plan tersine döndü.
1960’larda CIA tarafından kurulan Komünizmle Mücadele Derneği’nin medarı iftiharı, Kasım Gülek gibi meşhur masonların biricik evladı Fetullah Gülen ne oldu? Gülen, her darbe olduğunda darbeciler tarafından korunup kollandı, ne de olsa Amerikan projelerinin adamıydı. Hem az yukarıda dedim ya darbeci generalin teki tam 16 yıl İlim Yayma Cemiyeti’nin başkanlığını yaptı diye. 28 Şubat’ın mimarı Çevik Bir gibi birisi hiç Fetullah Gülen aleyhine bir şey yapar mıydı? Akla mantığa aykırı! O süreçte el üstünde tutulan dönemin bazı siyasi liderleri tarafından kollanan, siyonizm tarafından el bebek gül bebek bakılan gülenist hareket, maalesef büyük ölçüde ülkemizi ele geçirdi.
Bu acı tabloda gerçek vatanperverlerin tek bir seçeneği kalmıştı: O da ülkeyi ele geçiren ve kökleri ABD’de olan yapıya sızarak yönetimi tekrar ele geçirmekti. Adalet ve Kalkınma Partisi işte bunu yaptı. Hani muhalefet işine gelmeyince “siz de bir zamanlar kol kolaydınız” diyor ya. Olayın aslı budur. Ak Parti birilerindenmiş gibi görünerek iktidara geldi, iktidarını sağlamlaştırınca da gülenist teröre, siyonizme, Amerikan mandacılığına darbe yaptı.
Acılar gerçektir, yazdığım bazı doğrulardan bazıları eminim ki rahatsız olacaktır ancak önemli olan Hatice değil neticedir. Lütfen neticeye bakınız: Neticede CIA’in inine saklanmak zorunda kalan, darbe sever bir Fetullah Gülen ve ona sürekli sopa gösterip darbelerini püskürten bir Recep Tayyip Erdoğan var. O hâlde eğrisiyle doğrusuyla Recep Tayyip Erdoğan bizleri Amerikan hegemonyasından kurtaran büyük liderdir ve her türlü övgüyü hak etmektedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.