Erik Jan Zürcher'in Gözünden Modernleşen Türkiye – 3
1953 Leiden doğumlu, Hollandalı tarihçi, akademisyen ve Türkolog Erik Jan Zürcher’in “Modernleşen Türkiye’nin Tarihi” isimli eseri üzerindeki incelememizi bu yazıyla tamamlıyoruz.
Zürcher, kitabının başında tarif ettiği metodolojiyi, tüm eseri boyunca oldukça tutarlı bir şekilde takip ediyor. Her bölümde önce, ilgili dönemde vuku bulmuş tarihi gelişmeler kronolojik olarak anlatılıyor. Daha sonra adeta zaman geri sarılarak aynı dönem bu sefer sosyolojik, ekonomik, politik açılardan ele alınıyor.
Böyle bir kitap yazıldığında meseleye belli nazariyeler çerçevesinde bakmak kaçınılmaz olacağından yazar kitabın başında, görüşlerini hangi “kuramlar” çerçevesinde oluşturduğunu açıklıyor. Avrupa’nın nüfuzu ve Osmanlı’nın tepkisi kavramını, Toynbee’nin “meydan okuyuş ve tepki” tezinden ödünç alıyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun ve Türkiye’nin Avrupa ekonomisiyle artan ekonomik bütünleşmesinin sonuçlarına ilişkin anlatımın çoğunu, Türkiye’nin kapitalist bir dünya sisteminin periferisindeki bağımlı konumuna nasıl geldiğini açıklamak için, Wallerstein’ın bağımlılık teorisine dayandırıyor. Bunların dışında, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ve Türkiye’deki gelişmeleri, bir kez harekete geçtikten sonra geriye döndürülemez şekilde ilerleyecek olan akılcı bir Batı sisteminin etkisinde kalmış olan insanlarla, ilerlemenin yoluna çıkan gelenekçiler ve gericiler arasındaki bir mücadele olarak gören doğrusal, ilerlemeci Avrupa merkezli pozitivist okumayı kısmen benimsediğini de ifade ediyor. Yazar kitabının, kuramsal bir bakış açısından yaklaşıldığında eklektik olarak nitelenebileceğini ancak bunun kasıtlı olarak böyle olduğunu ileri sürüyor.
Kitapta altı çizilecek, çok ilgi çekici bilgiler var. Ancak insanı en çok çarpan şeylerden biri, bugün yaşadıklarımızın, çok benzer şekillerde daha önce (bazen defalarca) yaşanmış olduklarını görmek oluyor. Mesela yetişmiş insan kaynağı eksikliğinin, yaklaşık iki asırdır yakamızı bırakmayan en önemli meselemiz olduğu görülüyor. Zürcher’in ortaya koyduğu tabloya bakınca, ne sanayi hamlesinin, ne bilimsel ilerlemenin, ne muasır medeniyet seviyesini yakalamanın “insana” yatırım yapmadan, nitelikli ve yeterli sayıda insan kaynağına ulaşmadan mümkün olamayacağı açık seçik görülüyor.
Kitapta dikkat çeken çok önemli diğer bir unsur da, ancak dışarıdan bakan bir gözün hakkıyla görebileceği “tükenişimizin” ortaya konulması olarak ortaya çıkıyor. Yavaş yavaş ısınan bir kazanda suyun sıcaklığını doğru kavrayamayan kurbağa misali, Türkiye “kazanında” hayatını sürdüren insanlar olarak felaketimizi tam olarak kavrayamıyoruz. İki tane zırhlı gemi alacak para bulamayan yahut askerlerini yalınayak cepheye göndermek zorunda kalan Osmanlı “imparatorluğunun” ihtişamına dair hikâyeler hakikatle gözlerimiz arasına bir perde çekiyor. Doğru dürüst planlanıp yönetilemediği için çöken ekonomiyi yüksek faiz vaatleriyle ülkeye çekilen gurbetçi yatırımlarıyla ayakta tuttuğumuz gibi acı detayları kolaylıkla göz ardı ediyoruz. Çaresizce, yüksek faizle bile olsa borç aradığımız yıllardan sonra, küresel gelişmelerin etkisiyle de olsa elimizin nispeten genişlediği zamanlarda, doğru siyasi ve iktisadi tedbirleri alamayışımızı, kardeş kavgasıyla zaman kaybedişimizi görebilmek için belki de böyle bir dış göze ihtiyaç hissediyoruz.
Erik Jan Zürcher’in kitabı, yakın tarihimiz ve batılılaşma/modernleşme maceramız hakkında genel bir perspektif sahibi olmak isteyenler için ideal bir kitap. Okuması kolay. Bir iki istisnayı saymazsanız kitaba ideolojik bir önyargı da hâkim değil. Okurken her nedense kendimi bir tarih öğretmeninin yerinde hayal ettim ve bu kitap üzerinden öğrencilerime nasıl ders anlatacağımı düşündüm. Bu kitap üzerinden, o bitmek bilmez, ezberlenecek tarihler ve anlamsız rakamlarla doldurulmuş sıkıcı tarih derslerinden çok farklı, öğrencilerin ömürleri boyunca unutamayacakları bir ders anlatabilirmişim gibi geldi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.