Hüseyin Çolak

Hüseyin Çolak

Eğitim ve Dönüşüm

Eğitim ve Dönüşüm

Milli bir eğitime, milli bir bakışa, milli bir duruşa ama hepsinden önemlisi milli bir görüşe ihtiyacımız var. Bu alandaki gayretleri yadsımadan, göz ardı etmeden, samimi çabalardan sarfı nazar etmeden yeni bir bakışın/akışın önünü açacak yollar sunmalıyız insanlara.

    Var olanı onararak, eskiyi restore ederek, kırmadan, dökmeden, bazen depreme dayanıklı olmayan binaları güçlendirir gibi yenileme çalışmaları yapmak, artık işlevini yitirmiş olanları ise çevreye zarar vermeden kentsel dönüşüme dâhil etmek zorunluluğumuz vardır.

    Mimarlar, inşaat ve çevre mühendisleri kentlerin modern dönüşümüne katkı sağlarken, eğitim mühendisleri de eğitimsel dönüşüm için yeni bir yol haritası belirlemek sorumluluğu ve zorunluluğu içine girmekle yükümlüdürler.

    Tatil kavramından, kazanımlara, hedeflenen istendik davranışlardan değerler eğitimine, iş ahlakından, mesleki duyarlılık ve yetkinliğe pek çok alanda yeni bir vizyon oluşturma önceliğini, öngörüsü yapılamayan eğitimde klonlama seçeneğine tercih etmek gibi bir zarurete mahkûmuz.

    Yaz tatilinden maksadın alternatif yaz okulları olduğu, kişisel ve öz bakım becerilerinden dahi yoksun bireyleri yeni bir daraltılmış alana hapsettiğimiz gerçeğini göz ardı etmemiz, bu alandaki sağlıklı değerlendirmelerden bizi yoksun bırakıyor.

    Bireyin/genç dimağın, okul ortamında öğrendiği ile yaşam alanında karşılaştıklarına çözüm üretemeyen ölü bir yatırıma dönüşüyor eğitim müfredatımız. Sanal âlem, sosyal medya hesapları, dayatılan bilgi putları da ayrı bir açmazını oluşturuyor söz konusu sorunların.

    Hapishanedeki yıllarını anlatan bir kadın yazarın anısı aslında dile getirmek istediğimiz düşünceye mihmandar olacaktır. Kadınlar koğuşunda mahkûmlarla beraber küçük çocukları da kalmaktadır. Bir gün havalandırmanın olduğu avluya telaşla bir çocuğun kendisini çağırdığını anlatır yazar. Zemindeki beton çatlağının arasında büyüyün bir çiçeği göstererek ;’ağaç bu mudur?’ diye sorar çocuk hayretle. 

Okuduğu kitapta, ya da dinlediği masalda tahayyül ettiği nesneyi irdeler çocuk. Görmediği, dokunmadığı, duyumsamadığı ağacı, solumadığı havayı, hissetmediği kokuyu, tatmadığı duyguyu, varlığını sezemediği kavramı, gerçekliğini hissetmediği bilgiyi sorgular çocuk oysa. 

    Öz değerlerinden uzak, kökleri ile irtibat sorunu yaşayan, evrenseli müktesebatı ile mezcedemeyen ucube bir algıdan söz ediyoruz. Yunus Emre denilince ilk aklına gelenin marketler zinciri, Mevlana’dan söz açılınca şeker ve etli ekmek kavramlarına beyin loplarının yönelim gösterdiği sancılı bir algı tehlikesi gerçeği ile yüzleşmek zorundayız. 

    Hızla değişiyor ihtiyaçlar hiyerarşisi, gelişen teknoloji ve yenilenen çağla birlikte. Değişmeyen tek şey insanın et ve kemikten ibaret olmadığı, duygularının da olduğu ve bu duyguların doyurulmaya muhtaç olduğu. 

Müktesebat, müfredat, mevzuat ve muhteviyat elbette vazgeçilmez unsurları maarif davamızın. Makyajı, sunumu, dış görünümü etkileyici ve heyecan pompalayan bir yanı olmakla birlikte iç duygunluğuna ulaşamayan bir ergen konum ve psikolojisi ile örülü eğitim sorunumuz.

Heykel insanlar üretiyor eğitim sistemimiz. Kalıbıyla arzı endam eden lakin kalbi his kaybından ölen ceset yığınları biriktiriyoruz mütemadiyen.  Putu, bilgi düzeyinde bilen bir nesilden, bilgi denen puta tapınan bir nesle hızla evriliyoruz. 

Şefkatin bilgisine, merhametin ilmine, nezaketin inceliğine, paylaşmanın ölçüsüne, hoşgörünün letafetine vakıfız ancak bunların hiçbirinin eylemine ve edimine malik değiliz. İçyüzü ile dışyüzü birbiri ile uyumlu olmayan, dili ile kalbi aynı tınıyı terennüm etmeyen ucube bir melodinin seslendiricileri, pleybek solistleri gibiyiz. 

    Çağdaş drama eğitimleri, sosyolojinin kavramları, psikolojinin varsayımları, felsefenin önermeleri, eğitim psikolojisinin tekrarlanan ve uyarlanan öngörüleri, yapay eğitim şuraları çare olamadı bu topraklarda eğitim sorununa.

İçimize dönmekten başka bir seçenek kalmadı, özümüze dönmekten gayrı bütün ihtimalleri tükettik. Tam da bu tüketim süreci içerisinde asli değerlerimizi de tükettik. Tahrif edilen, tahrip edilen, deforme olan, defolu ya da hasarlı bütün yanlarımızla yeninden barışmak zorunluluğumuz var. 

‘Nesil asla rücu eder’ demek belki de fabrika ayarlarına dönmenin kadim bir tecrübesidir. İçimize dönmenin, iç sesimize kulak vermenin, içimizden geçenle barışmanın, bir bakıma içimizdeki ile barışmanın vakti gelmedi mi? ‘Ey iman edenler! Hep birlikte barışa girin’ (2/208) çağrısı eğitim mevzuatına aykırı mı? Dediğinizi duyar gibiyim.

Hüseyin ÇOLAK
    Ankara- 22 Temmuz 2019

    

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR