Eğitim Sisteminin “Eğitime” İhtiyacı Var
Değerli okurlar bu haftaki konumuza klişeleşmiş bir cümlemiz ile başlayalım. Hep demez miyiz? ‘Her şeyin başı eğitim’ diye ve bu sözle eğitimin önemine vurgu yaparız. Peki, eğitimin içini nasıl dolduruyoruz? Daha doğrusu nasıl dolduramıyoruz? Bu soruya verdiğimiz cevap pek de iyimser değil.
Her araştırmada olduğu gibi burada da üniversitelerin giriş puanları bize eğitimin kalitesi konusunda bazı ipuçları veriyor. Tabii bu durum kesin, yüzde yüz böyle demek anlamına gelmez. Ayrıca giriş puanları tek başına bir gösterge ifade etmez ama yine de puanların bu denli düşük olması bir çıkarımda bulunmak için yeter. Geçmişte eğitim en başı diyebileceğimiz kurumların başındaki isimler sitemi kendilerinde hiçbir hata görmeden salt kendilerini ayırabilmek için bazı açıklamalarda bulunarak; “Bu ülkede dört işlemi yapmasını dahi bilmeyenler mühendis oluyor” diyebiliyor. Peki bu açıklamaları yapanlara bir sormak lazım, o dört işlemi yapmayı bilmeyen arkadaşları kimler yetiştirdi, mühendislik fakültelerinden mezun olan on binlere acaba dört işlem yapmayı öğretebilmişler mi? Ya da eğer öğrettilerse bu mühendis arkadaşlar mezun olduktan sonra nerelerde istihdam edildiler? Aslında bu cümle bile geldiğimiz durumu bize özetliyor. Üniversitelerin dışarıdan farklı bir gözle nasıl göründüğünü sizlere şöyle özetleyebilirim, hani her gün kullandığımız dolmuşlar var ya, hah işte onlara benziyor. Üniversiteler yolcu kapmaya çalışan dolmuş şoförleri misali öğrenci kapma yarışına girmiş, öğrencinin niteliğinden ziyade niceliğine bakar olmuşlar. İşte falanca üniversiteye bu yıl beş bin öğrenci kayıt yaptırdı. Ne kadar da çok öğrencimiz var,ne kadar çok seviliyoruz, ne kadar hazin bir tablo.
Daha konuya başlarken belirttiğim gibi tek sorun tabiî ki buralarda değil. Yani sadece o değil. Olayın bir de öğrenci boyutu var ki o daha da vahim. Öğrenci arkadaşlar okulu sadece boş zamanlarını değerlendirecekleri, aktivite alanları olarak görüyorlar. Okula gelenlerin büyük bölümü de sadece günü kurtarma niyetiyle geliyor. Dediğimiz gibi öğrenci boyutu daha da vahim bazı arkadaşlar daha eline hiç kitap almamış. Çok samimi söylüyorum bırakın edebi bir eser okumayı, kendi dersiyle alakalı bir (1) adet kitap okumadan mezun olan-olabilen sözüm ona üniversiteliler var. Durum böyle olunca iki satırı bir araya getiremeyen okumuş cahiller güruhu ortaya çıkıyor. Bütün dünyada olduğu gibi bizlerde kendi eğitim sistemimizi eleştirebilir kalitesinden şikayet edebiliriz bu bizim en doğal hakkımız ancak öğrenci kendi çabasıyla, gayretiyle de yerlere gelebilir.
Bu sadece bizim ülkemize has bir durum da değil. Nice başarılı insan hikayeleri vardır dünyanın gelişmiş ya da geri kalmış ülkelerinde diye düşünüyorum. Ancak bu düşünce yapısına sahip kişileri genele vurduğumuzda azınlıkta kaldıkları da aşikar. Hayatın her alanında olduğu gibi burada da herkes kolay yoldan bir şeylere sahip olma hevesi içerisinde olması maalesef eğitimde de kendisini fazlasıyla gösteriyor.
Yine diğer bir hususta üniversite bitirmiş kitlelerin ülkemizde yüksek lisans yapma isteği. Ülkemizde yapılan araştırmalar lisansüstü eğitime başlayıp bu eğitimi henüz tez aşamasına bile gelmeden bırakan çok sayıda kişinin olduğunu gösteriyor. Ayrıca yüksek lisans yapmak isteyenlerin birçoğu da salt akademisyen olmak, yeni eğitimciler yetiştirmekten ziyade ya eğitim verdiği kurumda unvan sahibi olmak ya da çalıştığı herhangi bir kurumda yükselmek. Daha çok kazanmak. Bu sonuca da tez yazma konusunda alınan geri dönüşler bize bu çıkarımda bulunma hakkı veriyor. Yine yazılan tezler belki sayısal olarak göz dolduruyor olsa dahi nitelik açısından çok iyi olmadığı yalan değil. Nereden bu kanıya varıyoruz yazılan tezlerin bir yaraya merhem olduğu yok da ondan. Yani akademik anlamda kadro anlamında da oldukça eksiğiz maalesef.
Sonuç olarak; ülkemizde artık her şehrimizde üniversite var. Hiçbir birey beni bu haktan mahrum ettiniz deme lüksüne sahip değil. Bu ülkenin kalkınması, ileri gitmesi, başkalarının itip kakaladığı gelişmekte olan ülke sıfatından kurtulmamız için herkesin taşın altına elini atması gerekli. Hocalarımız hocalığını, öğrencilerimiz öğrenciliğini yapacak başka TÜRKİYE yok.
Ancak daha lisede dört işlemi yapmayı öğrenememiş, hiç kitap tozu yutmamış, iki satır kaleme almamış, bırakın iki satır yazmayı günlük bile tutmamış insanlar üniversiteli oluyor. Geleceğin nesillerine bu şekilde yön vermek pek de mümkün değil.
Bu şekillerde okullar bitirmiş güruha da daha sonra istihdam etmek bir hayli zorlaşıyor. Almanya gibi sanayi devi ülkelerde üniversiteye gitme oranı yüzde onlarda kalıyor. Nedeni ise bu ülkelerin kalkınmasında orta iş gücü dediğimiz meslek liseleri mezunları yatıyor. Bizim de bu örneklerden feyz alma zamanımız biraz geçmiş olsa dahi hiçbir şey için geç değil. Ortalama insan ömrü şimdilerde 80-90 seneye çıkmış olabilir ama devletler bakidir onlar için ömür biçilmez. Daha vasıflı, daha bilinçli bir toplum olmak ümidiyle.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.