“Dünya, ‘insanoğlu’ için büyük bir dramdır...”
Hayatı anlamlandıran ne kadar değer varsa tüketiyoruz. İradesiz bir insan ve tercihsiz bir toplum oluşturma çalışmaları çok büyük mesafe kat etti. İyi, güzel, doğru ve faydalı olanı zıtları ile ayırmayan bir çelişik zihin bütün hücrelerimize yerleşti. Bu operasyon insan zihnine yapılacak en büyük kötülüktür. Son iki asırda dünya çapında gerçekleşen değişiklikler yeryüzünde ‘tek tip insan’ üretme çabaları ve dünyanın küçük bir köye dönüşümü.. Bütün bunlar birbirinden bağımsız düşünülemez...
Son yıllarda dünyada kapitalizmin kendi krizini aşmak için ortaya koyduğu, örgütlediği ve küresel egemenlerle desteklediği her proje insanlığın dramına başka bir dram ekliyor. Şirketlerin devletleştiği bir zaman diliminde çıkartılan bütün kanunlar egemenlerin menfaatlerini koruyor ve daha da güçlenmelerini, insan üzerindeki sahipliklerini artırıyor. Eski dünya düzeninde ülkelerin kanunlarını toprak sahipleri yaparken yenidünya düzeninde sermaye sahipleri yapıyor. Ülkeleri kralların, dünyayı ise tacirlerin yönettiği gerçeği insanı haz ve hız çağında daha da yalnızlaştırıyor. Yalnız insanın yönelimlerini sağlayan ve tercihlerini belirleyerek ‘sınırsız ihtiyaçla sınırlı kaynaklara sahip olması’ güdülerini besleyen, insanı bu yalnızlıkla; vicdan, ahlâk ve merhametten uzaklaştıran yine bu sistemin işleticileridir. Sanayi devrimi ile başlatılan yenidünya düzenindeki güncellemeler eski dünya düzeninin hedefinden farklı değildi. Firavunların, Roma ve Bizans’ın takipçisi ve taklitçisi bu düzende insan bir avuç imtiyazlı sınıfın mülküdür.
İnsanı köle yapan, kula kul yapan; o'nu eşit, özgür ve bağımsız kılan bütün ahlâkî değerlerden ve erdemlerden uzaklaşması ile olmuştur. Tektip insan formu; aynı şeyi düşünen, aynı şeyleri tüketen, aynı şekilde giyinen, aynı duygulara bürünen, aynı olaylara aynı tepkileri veren bir proses aşamasından geçerek, köle olduğu bu düzenin farklı zamanlarında farklı periyotlarında ıskartası yapmıştır. Farklı ülkelerde birbiriyle hiçbir irtibatı olmayan, farklı ırk farklı renk ve farklı dillerdeki insanlara aynı kıyafeti giydirerek onlara güzel olduğunu hissettirmek, aynı yiyecek ve içecekle onları lezzetli olduğu hissiyle beslemek, komik olduğu hissiyle güldürmek, acı olduğu hissiyle ağlatmak vs... bu insanı tahakküm altına alan egemenlerin büyük başarısıdır. Aynı inancı paylaşan insanların bile bu denli bir bütünlük sağlayamaması çok düşündürücüdür. ‘İnsanlığın tek bir ümmet olduğu’ ilâhi vurgusu burada büyük bir manipülasyona uğratılmıştır. Bu manipülasyonla insanlık bütün farklılıklarını ve sınırlarını ortadan kaldırabilmiş ve kapitalizm ölçekli bir hayatta ‘ümmet’ (!) olabilmiştir.
Kapitalizmin kendi kriz nöbetlerini aşmak ve ailesiz toplum anlayışı ile insansız topluma geçiş için hazırladığı yeni projelerinden biri de ‘Cinsiyet eşitliği meselesidir.’ Bu konuda detaylı analizler mutlaka dikkatle incelenmeli ve gereken tedbirler toplum tarafından alınmalıdır.
Maalesef ülkemizde yılın belli aylarında gündem olmasıyla dikkatimizi çeken LGBTliler, adlarına ‘onur yürüyüşü' dedikleri ironik eylemleri ile bizi bir kez daha kapitalizm üzerinden bir değerlendirme yapmaya itmiştir. Bu konu ne ‘lanet söylemleri ile aşılabilecek ne de bu durumu farklılık, özgürlük ve tercih’ olarak görenlerin bakışı ile anlaşılabilecek basitlikte bir konudur. Bu daha geniş bir çerçevede ve çok daha derinlikli bir bakış açısı ile farklı yönleri ile irdelenmesi gereken önemli bir konudur.
Bu konuyu derinlemesine analiz etmek için mutlak bir temellendirme yapmak gerekmektedir. Sürekli bir tüketim arzının olduğu obur nesillerin bir seleksiyona tabi tutulması bu sistemde kaçınılmazdır. Kapitalizmin önündeki en büyük düşman bireyi kendi sisteminin dışında tutarak bir bilince sahip olmasını sağlayan ailedir. Aile hayatı insanı bireysel yalnızlığından ve bunalımından kurtararak neslin korunmasını sağlar. Bireyi kapitalist sistemin ‘insan imal eden bir fabrikası’ durumundaki eğitim isteminin zararlarından aile hayatı koruyabilir. Bireyin tüketim konusundaki bilincini inancı ile birleştirip bütün erdemler aile hayatı ile tesis edilebilir. Örnekleri çoğalmak mümkündür. Bu sebeple ailesiz toplum anlayışı temelinde yapılan bütün icraatlar Kapitalizmin yerini daha da sağlamlaştırmaktadır. Aşama aşama gerçekleştirilen bu ilga operasyonu batı toplumu tarafından önceleri benimsenmiş olsa da bugün ki batı toplumundaki aile anlayışı nispeten farklı bir düzeydedir. Doğu toplumlarında ise durum ne acı ki batı toplumlarının başladığı noktadadır. Özellikle Müslümanlar aile hayatından kopmakta ve giderek kendi yalnızlıklarında boğulmaktadırlar. Evlilik ve bir aile kurmak artık toplumun beklentilerinden, özlemlerinden ve planlarından çok uzaktadır. Kadın hakları savunucuları, feminizm vb. adına pozitif ayrımcılık bahisleri güçlü kadın protatifi, ‘İstanbul sözleşmesi’ gibi farklı izaha muhtaç konular sürecin aile hayatına ayrı kastı olarak değerlendirilebilir.
Değişen dünyada egemenler artık yapay zeka sonrası oluşacak işsiz (neredeyse) beş milyar insan nüfusunu ne yapacağını düşünüyor. Robotların hayatımıza girmesi ile birlikte milyarlarca insan ıskarta yani ‘çöp’ durumuna düşecektir. Bugün bile binlerce işçi çalıştıran şirketler yeni nesil teknolojiler sayesinde çalışanlarının sayısını minimize etmiş durumdadır. Bu anlayışın bu soruna en insanî (!) olarak bulduğu çözüm(!) Iskarta olarak görülen işsiz ve fazlalık insan sınıfının nüfus artışını kontrol edecek ‘ cinsiyetsiz toplum’ anlayışıdır. Bugün organize bir şekilde dünya düzeni egemenleri tarafından finanse edilen LGBT konusunu buradan da düşünmemiz gerektiğine inanıyorum. LGBT bir tercih değil, tercihsizliğe itilmiş, genleri ile oynanmış bir kaotik dünya ürünüdür. Gıda güvenliği konusunu bunun yol açtığı sorunları, medya, sinema, moda gibi detayları başka bir yazımızda paylaşmak üzere konuya şimdilik burada üç nokta (...) koyuyorum.
İnsansız bir çağa ulaşmanın çok hızlı geçişlerini, farkına bile varmadan gerçekleştiriyoruz. Belki de normal yollarla yaşayan, normal olarak nefes alan ve beslenen (nihayetinde) normal olarak ölebilecek son nesilizdir.
Kim bilir?
Not: Yazımızın başlığındaki ‘insanoğlu’ kelimesi İstanbul sözleşmesine göre cinsiyet ayrımcılığı olarak kabul edilip, suç olarak görülmektedir…