Doğala dönüş
Otuz kırk katlı lüks evlerde yaşayıp kendimizi mahkum edeceğimize, şehrin çevresinde temiz havalı, bahçeli doğayı tercih etmeliyiz.
Domatesini, biberini, fasulyesini vs. kimyasal ilaç kullanmadan toprak ne verdiyse kanaat getirip, artanı da konserve yapıp kışın tüketmeli.
Sağlığımızın devamına katkıda bulunmalıyız.
Üzüm, kayısı, elma vs. hangi ağaç dikilirken dibine tatlı olsun diye beş on çuval şeker veya tatlandırıcı koyuyoruz.
Toprak ihtiyacımızı doğal olarak veriyor.
Diktiğimiz domates, biber vs. fide yaparken dibine aroma, biber, şeker vs. mi koyuyoruz? Doğru ve sağlıklı olanını toprak veriyor.
Yeter ki onu faydalı olmaktan çıkarmayalım. Toprakta en sağlıklısı, hayırlısı olanı var.
Daha çok verim almak için ilaçlamak, kimyasal gübreler vermek, vitaminler vs. ürünün büyümesi ve yetişmesine müdahale, aslını bozmakta, faydasını yok etmekte, çok kazanmak uğruna sağlığımız yok sayılmaktadır.
Doğal ortamda büyüyen, geliştirilmeyen, ıslah edilmemiş, yapısı ile oynanmamış gıdalara eğer kanaat getirirsek, toprağın verdiği daha karlı olacaktır.
Kimyasal gübrelere, ilaca, sağlıklı yatırımlarını düşünürsek, kendi doğal ortamında yetişen ürünlerin sağlığımızın devamına katkıda bulunduğundan karlı olduğumuz ortaya çıkacaktır.
Tarlalara ekilen tohumların daha fazla verim versin diye ekiminden toplanıncaya kadar atılan kimyasal gübreler, ilaçlar vs. doğal yapıyı bozmakta, sağlığımızı tehdit etmektedir. Tarlalar özelliğini kaybetmektedir. Taşlanmaktadır.
Toprak kendi özel yapısı ile faydalı mahsulleri vermektedir. Kimyasal gübrelerle ve ilaçlarla topraklarımızı kaybediyoruz. Tarlaların içinde ve kenarlarında otlar olurdu. Onlar toplanır, yenir, kışlık yapılırdı. Bazıları da ilaç yerine toplanırdı. Her köyde bir iki kişi hangi otun ne işe yaradığını bilirdi. Hatta onu tedavide kullanırdı. Topraktan geldiği gibi başka bir işlem yapılmadan kullanılırdı. Yan etkisi olmazdı.
Örneğin; köydeki Ayşe ebe laleyi andıran bir çiçekti otu dalında kuruduktan sonra toplanırdı. Onu göz ağrılarında, baş ağrılarında kullanırdı. Suyu kaynatır derin bir tabağa koyar, o çörek otunu andıran siyah tohumları suya atar, başına da büyük bir bez kapatır, yavaş yavaş kafasına dokunurdu. İnsanlar çok memnun olurdu. Dua ederlerdi.
Suyun içinde de bir şeyler görünürdü, onu da izah ederdi.
Tarlalarda kendi kendine yetişen bitkiler ve otlar toplanır, rahatsızlıklarda şifa olarak kullanılırdı. Aydın geçinenlere bu anlattığımızla 'bu koca karı ilaçlarıdır hangi çağda yaşıyoruz' diye tohumu da onunla ilgilenenleri de dışlar tepki koyarlardı.
Neden merak edip incelenmezdi, araştırılmazdı. Yok olmaya, unutulmaya terk edildi. Otları olanları merak edip araştırmak yerine topyekûn reddederlerdi. İlaç dışında olanları araştırmak yerine zararlı imajı verilirdi.
Daha sonraki yıllarda yabancılar, bütün Türkiye'den toplamışlar, götürmüşler sonrada bizim diye satıyorlar. Yerli ve milli olan ne varsa ya inkar edilmiş ya da yok sayılmıştır.
Ekilen tohum dışında bütün otları yok eden ilaçları paramızla aldırmışlar. Mahsul çoğalmış ama faydalı otları kaybetmişiz. Biraz daha fazla kazanacağız diye kendi kendine çıkan, her biri şifa olan otlar yok olmuştur.
Sevinilecek son yıllarda Lokman Hekim tarzı alternatif otlardan faydalanılmaktadır.
Topraklarımız taşlaşmadan, yok olmadan kimyasallardan korumalıyız. Hatta kullanmadan toprağı kendi verimine bırakmalıyız.
Doğala dönüş, şifaya, sağlığa dönüşecek, tarlalarımızı kazanacağız.
Hastalıklara, tarlalara harcadığımız ilaçları düşündüğümüzde doğal yapıya dönüş daha karlı ve sağlıklı olacaktır. Kaybettiğimiz otlar, bitkiler taranıp tasnif edilip belli kurallara bağlanmalı, yerliye ve milliye dönülmelidir. Bu çalışmalar tıp sektöründe de faydalı olacaktır.
Ehil eller tarafından doğal yapı korunacaktır.
Doğal yapının nimetleri doğru kullanılacaktır.
Doğadaki şifa hazinesine daha fazla eğilmeli, değerlendirmeli.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.