Selçuk  YILDIRIM

Selçuk YILDIRIM

Diyalog

Diyalog

Âdemoğlu dünyaya gelişinden itibaren birbiriyle iletişim kurma ihtiyacı duymuş ve bunu gerçekleştirmek için çeşitli yollar denemiştir.

İnsanlık kimi zaman duvarlara çizdiği resimlerle, kimi zaman yonttuğu taşların, yaptığı eserlerin üstüne kazıdığı hiyerogliflerle, kimi zaman dumanla, kimi zaman da evrensel diller geliştirip bunlar vasıtasıyla iletişime geçmiştir.

Aslına bakacak olursak insanlık olarak bizler farkına varmasak dahi sürekli bir iletişim halindeyiz. Hem de iletişim kurmak istemediğimiz zaman bile iletişimin içindeyiz.

Jest ve Mimikler İletişim İçin Yeterli

İletişim kurmak için özel bir çabaya gerek yoktur, özellikle bunu için bir davranış üretmemize de gerek duyulmaz.

Hiçbir davranışta bulunmamak da bir anlam taşımaktadır. Vücut dili ile iletilen mesajlar da iletişim göstergesidir.

Örneklendirecek olursak.

Uzun bir seyahate çıktığınızı düşünün, yapacağınız yolculuktan önce de bir hayli canınızı sıkan bir durum gerçekleşti ve aklınız sürekli orada, yanınızdaki koltuğa oturan kişi, sizin bu durumunuzdan bihaber ayrıca konuşmayı da seven kişi yolculuğun kendi adına eğlenceli geçmesi için sizinle iletişime geçmek ister.

Zaten tanımadığınız bir kişiden gelen iletişime geçme isteğine çok sıcak bakmıyorsunuz lakin yanınıza oturan kişiyi kırmak da istemiyorsanız ne yaparsınız?

Ona hafifçe gülümsedikten sonra onunla konuşmak yerine ya uyumayı seçersiniz ya da bir şeyler okumayı seçeriz tabi bunları yapmaya fırsat bulursanız.

Mesela asansör beklerken ya da asansörün içindeyken kollarımızı kavuştururuz.

Bu hareket vücutta duvar oluşturur. Kollarımızı bağladığımızda vücut dilimiz kendi bedenimizle karşı taraftaki kişinin bedeni arasında bir set çeker ve karşı tarafla iletişime geçmeme, diyalog kurmama anlamı taşır.

Kollarımızı kavuşturduğumuzda hem bedensel olarak hem de zihinsel olarak karşı tarafa kendimizi tamamıyla kapatır, diyalog ve iletişim kurmayı da engellemiş oluruz.

Sadece kollarımızı bağlayarak bile karşımızdakine ‘Benimle İletişime Geçme’ demiş oluyoruz. 

Ömrünü İletişime Adamak

Şimdi sizlere iletişim denince kendisinden bahsetmeden geçemeyeceğimiz, günümüz insanının iletişimde geldiği noktada büyük payı bulunan bir Bilim Adamının hayat hikâyesinden bahsedeceğim.

Annesi de doğuştan işitme engelliydi. Dedesi ve babası yıllarını işitme engellilerin iletişim kurmasına adadı.

Özellikle babası işitme engellilere duymasalar bile konuşmayı öğretmenin yollarını geliştirmeye çalıştı.

İngiltere'de eline geçen Alman Hermann von Helmholz adlı bilginin işitme fizyolojisine ilişkin kitabını okudu.

Müzik sesinin bir tel aracılığı ile aktarılabileceği düşüncesi üzerinde yoğunlaştı.

İngiltere'den ABD’ye döndükten sonra, Boston Üniversitesi İnsan Sesi Fizyolojisi dalı profesörlüğüne getirildi.

Kuramsal bilgilerini teknik destekle yaşama geçirmeye ve işitme engelliler için duymalarını sağlayacak aletler yapmaya girişti.

Thomas Watson adlı bir elektrik mühendisi ile çalışmaya başladı.

Watson ile 1875 yılında sesin tel üzerinden bir başka yere gittiğini ortaya çıkardı.

Ancak ses anlaşılmaz bir durumdaydı. Mart 1876’da cihazın patentini aldı

 Deneyler sırasında üstüne dökülen asidi temizlemeye yardımcı olması için ortağına "Bay Watson. Buraya gelin.

Sizi görmek istiyorum." Diyerek seslendi ve bu sesle onlar farkında olmasalar dahi 10 Mart 1876 günü ilk görüşme gerçekleşti.

Efendim eminim okurken tahmin ettiğiniz üzere hayat hikâyesini kısaca paylaştığım mucit Alexander Graham Bell idi.

10 Mart günü gerçekleşen olaya konu olan cihaz ise yine malumunuz ‘Telefon’ idi.

Görülen o ki insanlık her dönemde karşısındakilerle iletişim ihtiyacı duymuş bunu da farklı farklı yöntemlerle denemiştir.

Yukarıda da bahsettiğimiz üzere istemesek dahi iletişimsizliğin mümkün olmadığı görüyoruz.

İletişim kurmak için ömürlerin adandığını da görüyoruz. 

İletişim Yerini Çatışmalar Doldurdu

İnsanlığın birbiriyle iletişime geçmek hususunda gösterdiği çabayı sizlere aktarmaya çalıştım.

Hatta iletişim kurmak için jest ve mimiklerin yeterli olduğunu gördük.

Ancak son zamanlarda bütün dünyada ve ilkemizde iletişim kanallarının bir hayli azaldığını görüyoruz zaman zaman bu konuda çeşitli çalışmalar olsa da artık kimse kimseyi dinlemek istemiyor.

İletişime geçemediğinde daha çok şiddete başvurmak bütün dünyanın yegâne aracı oldu.

Yine buna örnek verecek olursak Kuzey Kore ile Güney Kore daha düne kadar birbirleri ile çatışma halindeydi, sırf çatışmanın sıcak tutulması için propaganda araçları, dev hoparlörler yayın halindeydi ancak tarafların iletişime geçmek yönündeki çabaları sonuç verdi ve aleyhte yapılan yayınlar durduruldu iletişim kanalları harekete geçti.

Benzer durumları ülkemizde de görüyoruz.

Herkes biraz da izlediği TV programlarının etkisiyle barut fıçısı gibi patlamaya hazır.

Ufacık bir özürle halledilebilecek hususlar bir anda sözlü çatışmaya ardından da fiziksel çatışmaya dönüşüyor bazen de bu durumu daha da abartanlar maalesef karşısındakine karşı ateşli silahla müdahale ederek sonuçlandırıyor. 

Geçenlerde ünlü bir köşe yazarı da bu konuya değinerek daha bunlar iyi günlerimiz diyerek şiddet olaylarının gitgide artacağından bahsetmiş.

Maalesef ben de aynı kanaatteyim her başımız sıkıştığında olayları diyalog yoluyla çözmek yerine hemen şiddete yöneliyoruz.

Ayrıca kanunlardan çekinmeme konusunda da bir hayli cesaretliyiz yaptığımız şiddetin yanımıza kar kalacağı gibi saçma bir inanç hali.

Beşerî kanunlardan korkmuyorsak dahi ilahi adaletin tecellisinde de mi korkmuyoruz?

Yaptıklarımızın bir sonucu olmayacak sanmak bir hayli enteresan.

Ben yine de gelecekten daha huzurlu daha çatışmasız daha çok diyalog kurabilmeyi diliyorum.   

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR