Diplomasi kabiliyetimiz
Diplomasi… Dilimize Fransızcadan girmiş olan bu “sihirli” kelime için Türk Dil Kurumu şu iki tanımı getirmiş: Uluslararası ilişkiler ve bu ilişkileri düzenleyen antlaşmalar bütünü ya da yabancı ülkelerde ya da uluslararası toplantılarda ülkesini temsil etme eylemi ve sanatı.
Bu iki tanımdan sonra sizleri uzun uzun diplomasi tarihiyle veya etimolojik bir tahlille bunaltmak istemiyorum. Fakat mana derinliğine bakıldığında Yunus’un şu şiiri bence diplomasi kelimesini oturması gereken noktaya taşıyor.
“Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı
Bal ile yağ ede bir söz”
Tarihimizde “sahada kazandık, masada kaybettik” denilen birçok döneme şahidiz. Muhakkak böyle zamanlarda çok olmuştur. Fakat bunun aksi durumlarda azımsanmayacak kadar çoktur. Diplomasiyi itibarımızı korumada maharetle kullanan yöneticilerimiz tarihin birçok safhasında başımızı eğdirmemiştir. Bir örnekle konuyu toparlamaya çalışayım…
Sultan 2. Abdülhamid Han devri… İmparatorluğumuz en karanlık dönemlerinden birini yaşıyor… Batı-doğu, kuzey-güney dört bir tarafından kıskaca alınmış olan Osmanlı İmparatorluğu Sultan Abdülhamid eliyle ayakta tutulmaya çalışılıyor… Alman İmparatoru II. Wilhelm’in Kudüs’e girişi sırasında kısa süreli bir kriz yaşanmış. Eski bir İslam geleneğine göre Kudüs’ün ana kapısı olan Yafa Kapısı’ndan (Babü’l-Halil) ancak şehri fetheden hükümdar girebiliyordu. İmparator ise Kudüs fatihleri olan Hazret-i Ömer Efendimiz (r.a.), Selahaddin Eyyubî ve Yavuz Sultan Selim gibi ana kapıdan girmekte ısrar etmiş. Kayzer’in böyle bir şey yapması “şehrin fatihi” olmak manasına geleceğinden, diplomatik bir krizi tetikleyecekken, Sultan Abdülhamid Han’ın dâhiyane teklifiyle bu iş çözülmüş. Yafa Kapısı’nın yakınında surda bir gedik açılarak yeni bir giriş vücuda getirilmiş. II. Wilhelm’e de buranın kendi şerefine, konvoyunun rahat geçmesi için açıldığı bildirilmiş. Dolayısıyla hem Alman Kayzeri II. Wilhelm kendi şerefine açıldığını zannettiği bu girişle taltif edilmiş hem de muhtemel bir diplomatik kriz önlenmiş.
Belki bugünden bakıldığında çok basit olarak görülen bu olay o gün bir savaş sebebi olabilir ve içinden çıkılmaz bir hal alabilirdi. İşte diplomasi bu noktada devreye girer ve savaşa gidecek bir olayı lehine çevirecek bir deha gerektirir.
Günümüz dünyasında ise sahada verilen savaşlardan çok masadaki savaşlar hâkim olmuş durumda… Dünya böyle bir hale evrilmişken diplomasinin nimetleri de külfetleri de çok büyük. Ülkemizin içinde liyakat ve ehliyet tartışmaları hız kesmeden sürerken dışarda da temsil keyfiyeti ne kadar gözetiliyor sormamız lazım. Türkiye siyasetine inançlarımız noktasında hiç de güzel bir şekilde veda etmeyen birinin uluslararası arenada bizi temsil edip edemeyeceğini siz değerli okuyuculara bırakıyorum. Kumpas veya gerçek hukuk önünde vuzuha kavuşmamış bir mevzunun tarafı olan birinin öncelikle Türk milletine kendini anlatması gerekirken uluslararası arenada Türkiye’yi anlatması ne kadar doğrudur? Cevabı aziz Türk milletinin ferasetine emanettir…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.