Büyük Beşli’nin Beş Gözlü Canavarı – 3
2014 yılının başlarında, Strategic Communication Laboratories (SCL) şirketinde çalıştığını söyleyen Aleksandr Kogan isimli genç bir yardımcı doçent, Kosinski’ye yanaşıp yüksek meblağlar içeren bir teklifte bulundu. SCL açık açık seçimlere etki etmekle övünen bir şirketti. Web sitelerinde seçimlerini “etkiledikleri” ülkelerin bir listesi vardı.
Listede Ukrayna vardı, Nijerya vardı. Nepal kralına “isyancılara” karşı yardım etmişlerdi. Doğu Avrupalı ve Afgan vatandaşları NATO konusunda ikna etmişlerdi!
Kosinski, Aleksandr Kogan’ın kendi metodunu kopyalayıp birçok ülkede seçimlere müdahale etmeyi amaçlayan firmaya sattığını anlayınca Kogan ile yaptığı kontratı bozdu. Kaliforniya Üniversitesinde psikoloji okumuş, Hong Kong Üniversitesinde doktorasını yapmış olan Alexander Kogan ani bir kararla Singapur’a taşındı ve soyadını değiştirip Aleksandr Spectre oldu. Michal Kosinski ise doktorasını bitirir bitirmez Standford Üniversitesinden aldığı iş teklifini değerlendirerek Amerika’ya taşındı.
İngilizlerin Avrupa Birliği’nden çıkma kararı aldıkları meşhur brexit referandumunda ayrılığı savunan sağcı partilerden birisi online kampanyalarında “Cambridge Analytica” isimli bir firmayla çalıştıklarını ilan etti. Firmanın web sitesinde, yukarıda bahsettiğim “OCEAN” kişilik modeli üzerinden geliştirilmiş bir “hedefleme” aracından bahsediliyordu. Tüm anahtar kelimeler Kosinski’nin çalışmalarını işaret ediyordu. Hatta bazı arkadaşları brexit sonucundan Kosinski’yi sorumlu tutuyorlardı. Kosinski’nin ise bu olanlardan haberi yok gibi görünüyordu.
Cin şişeden çıkmış, akademik çalışma çoktan önemli bir siyaset aracına dönmüştü bile.
Amerika’da seçim kampanyası sürerken 18 Ağustos 2016’da Trump çok enteresan bir twit mesajı attı. Twitinde Trump “Bana yakında BAY BREXIT diyecekler!” yazıyordu. Çok az insan gerçekten ne kastettiğini anladı. Trump, brexit kampanyasında önemli bir rol oynayan pazarlama şirketi Cambridge Analytica firması ile anlaşmış, firmanın CEO’su Alexander Nix’i dijital strateji danışmanı yapmıştı.
Demokratlar big data konusunda kendilerini fersah fersah ileride görüyorlardı. Google ve DreamWorks gibi dev şirketlerin yanısıra büyük veri analizi için bluelabs firmasıyla anlaşmışlardı. Teknolojiye “kafası pek basmayan”, ihtiyar Trump’ın bulduğu İngiliz firmasını ciddiye bile almamışlardı.
Bu umursamazlıkları onlara seçimi kaybettirdi.
Amerika’da –şeffaf olmak kaydıyla- insanların gönül verdikleri partiye maddi bağışta bulunması yasal. Amerika’nın adı sanı pek duyulmamış yazılımcı milyarderlerinden birisi olan muhafazakâr Robert Mercer –ki kendisinin “Cambridge Analytica” firmasının en büyük yatırımcısı olduğu biliniyor- önce cumhuriyetçi aday Ted Cruz’un ön seçim kampanyasına, daha sonra Trump’ın başkanlık kampanyasına destek vermişti.
Firmanın CEO’su Alexander Nix ne yaptıklarını, nasıl başarıya ulaştıklarını açık açık anlatıyordu. Diğer firmalar demografiye göre strateji üretmeye çalışıyorlardı, onlar ise psikometriye göre! Nix’in şirketi önce 220 milyon Amerikan vatandaşının tapu kadastro, otomobil, alışveriş, kredi kartı bilgilerini ve dernek üyeliklerine, okudukları dergilere, gittikleri kiliselere dair bilgileri, çeşitli kaynaklardan satın almıştı. Amerika’da parasını verdikten sonra neredeyse her kişisel veriyi satın almak mümkündü. (Bunun için Acxiom ve Experian gibi devasa veri satıcısı firmalar bulunmakta. Experian firmasının Türkiye kolu da var. Kişisel verilerimizi alıp satarak para kazanan firma şu an bankalara kredi puanı hesaplamada kullanılan veriler sunmanın yanısıra bir de global iş arama aracı sağlıyor.)
Alexander Nix’in şirketi, temin ettiği verileri OCEAN ölçeği ile analiz ederek neredeyse nokta atışı yapmak suretiyle son derece ayrıntılı bir seçmen profili çıkartmayı başarmıştı. Böylece siyasi kampanyada asla fikrini değiştirmeyecek kişilerle vakit kaybetmek yerine isim isim kararsızlara ulaşmak mümkün olmuştu. Üstelik her bir kararsız seçmenin hassasiyetleri, istekleri, ilgileri biliniyordu.
Hedefler böylesine kesin olarak bilindiğinde televizyon-radyo gibi kitle iletişim araçları anlamsızlaştığından Trump’ın kampanyasında insanlara sosyal medya üzerinden tek tek ulaşıldı. Sosyal medyada insanlara ulaşmanın doğru yolunu bulmak için 175.000 reklam varyasyonu denenip test edildi. Değişik başlıklar, yazı tipleri, renkler, fotoğraflar ve videolar denenerek insanların üzerinde en çok etkili olacak reklamlar tespit edildi.
Sosyal medya kullanmayanlara kişisel mesajlar gönderildi, ev ziyaretleri yapıldı. Hazırlanan akıllı telefon uygulamasının yardımıyla, ev ziyaretleri yapanlar sadece ikna olma ihtimali olan kimselerin kapısını çaldılar.
Nix’in firması 15 milyon dolar gibi “küçük” bir rakam karşılığında Trump’a Amerikan başkanlığını kazandırdı.
Şimdi Kosinski “bak ne yaptın!” diyenlere şöyle cevap veriyor: “Hayır bombayı ben yapmadım, sadece var olduğunu gösterdim!”
Bu bilgiler ışığında oturup bir kez daha düşünmemiz lazım.
Ne kadar demokratik görünürse görünsün artık dünyadaki hiçbir seçim “eşit şartlarda” gerçekleşmeyecek. Bilgi güçtür ve daha fazla güç için daha fazla bilgi gerekmektedir.
O yüzden size, “bilgilerinizi kullanmamıza izin veriyor musunuz” diyen telekom operatörlerine ve bankalara “peki” derken ve okumadan “okudum ve anladım” düğmesini tıkladığınız sosyal medya uygulamalarına girerken iki kere düşünün.
Bu yazıyı beğenirken de…
(*) Beş göz birbirlerine karşı casusluk yapmama konusunda anlaşması olan, birbirleriyle birçok konuda gizli bilgi alış-verişinde bulunan beş anglosakson ülkenin oluşturduğu gruba verilen isimdir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.