Salih Cenap Baydar

Salih Cenap Baydar

Bürokratik vesayet sonrası kamu düzeni üzerine düşünceler

Bürokratik vesayet sonrası kamu düzeni üzerine düşünceler

Askeri vesayetin, bürokrasi iktidarının altın çağlarında “mizah”, neredeyse siyasetçilerin aşağılanıp dalgaya alınmasıyla özdeşleşmişti. Milyonlarca oy almış siyasetçileri mini etekli hafif kadınlar gibi çizmek ya da tiyatro oyunlarında siyasetçilere hakaret etmek, onların aşağılayıcı taklitlerini yapmak, vaka-i âdiyeden sayılırdı. 
Gün geldi devran döndü. Siyaset, sandık ve seçimler, tarihimizde hiç olmadıkları kadar belirleyici hale geldiler. Bürokratik vesayet, adım adım geriletildi. Cumhurbaşkanlığı makamına oturabilmek için getirilen yüzde elli barajını aşma şartı da oyların kıymetini iyice arttırdı. Bunun siyasetçileri sonsuz bir popülizme sürüklemesi beklenmesi gereken bir gelişmeydi. Eğer seçmen oyları siyasetçiye hiçbir şekilde dengelenmeyen, denetlenemeyen, neredeyse mutlak bir iktidar getiriyorsa, siyasetçinin o seçmenleri her halükârda mutlu etmeye, el üstünde tutmaya, hatta şımartmaya çalışması doğal bir netice haline gelir. 
15 Temmuz darbe girişiminden sonra “sokağa dökülüp darbeyi önleyen kahraman halk” söylemi siyasetçilerin başat söylemi haline geldi. Darbe girişiminde bulunan “askeri bürokrasi” karşısında canı pahasına savaşarak vatanı kurtaran “sivil halk” imajı özellikle iktidarı destekleyen kitlelerin zihninde derhal kendine yer buldu. 
Halk kitleleri, öteden beri siyasetçilerin bir ayak bağı olarak gördükleri bürokrasiye yönelttikleri şiddetli eleştirileri görüyor ve genel olarak destekliyordu. Siyasetçilerin hedef tahtasında bazen generaller, bazen hâkimler, bazen meslek örgütlerinin idarecisi doktorlar, bazen de üniversite profesörleri oluyordu. Uzun yıllardır bürokratik seçkinlerin şiddetine, hoyratlığına, tepeden bakışına maruz kalmış olan kitleler, bu söylemi çok da zorlanmadan benimsemişlerdi. Üzerine darbe girişiminde yaşananlar da gelince “düşman” hatları iyice belirginleşti. 
Siyaset kurumunun bürokrasiye karşı bir zamandır ağır ateşte pişirdiği öfke, halk kitlelerinin elinde zaman zaman kontrolden de çıkabilen tehlikeli bir enstrüman haline gelmeye başladı. OHAL kapsamında çıkartılan 696 Sayılı KHK’yla, darbe girişimine karşı mücadele eden, terör olaylarının aydınlatılmasına, bastırılmasına, etkisiz kılınmasına neden olan sivillerin, hukuki ve cezai işleme uğramayacağı garantisi verildi. Bahsettiğimiz şiddetin adeta tecessüm etiği fiili durum açıkça meşrulaştırılmış oldu.
Siyasetçinin öfkesi aslında -eski alışkanlıklarını sürdürüp- iktidarını paylaşmaya kalkan üst düzey bürokratlara, generallere, yüksek yargı mensuplarına yönelikti. Bu tepkinin halktaki yansıması ister istemez çok daha alt düzeyde vücut buldu. Halk öfkesini doğrudan temas kurabildiği memurlara yöneltti. 
Neticede olan, öğretmene, polise, doktora oldu.
Fert bazında değil ama topluluk olarak “öznelikleri” sürekli vurgulanan, dünyanın kendileri etrafında döndüğüne inandırılan kitlelerin önüne geniş bir hareket alanı açılınca başta örnekleri verilen türden hadiseler hızla yaygınlaşmaya başladı.
Max Weber, rasyonelleşmenin somut yansıması olarak gelişecek bürokratik kurumların, birer “demir kafes” haline gelerek insanlığı hapsedeceği öngörüsünde bulunmuştu. Ülkemizde batı taklidi bir modernleşme çabasının doğuda çok aşina olduğumuz “zorbalıkla idare etme” anlayışıyla kol kola girip çatısını çattığı, o bize mahsus bürokratik demir kafes kırıldı. Ancak bu kafesin kırılmasının kitlelere gerçek bir özgürlük sağladığı iddiası çok su götürür…
Siyasetçiler görmüyor olamaz: Kamu düzeninin tesisi ve idamesi halk kitlelerinin memnuniyeti için olmazsa olmazlar arasındadır. Koyulan kuralları ihlal eden kişiye göz yumulması belki o kişinin oyunu kazandırabilir ama öte yandan mağdur olan çok sayıda başka kişinin oyunu kaybettirir. Hukukun kişiye özel olarak uygulanması, kuralların “sevgili dostlarımız için” birkaç kez “esnetilivermesi” aynı ayrıcalıklara erişemeyen geniş kitlelerde zaman içinde infiale sebep olur.
Toplumsal kuralların uygulanmasıyla görevlendirilmiş öğretmene, polise, doktora hücum eden cahil kişilerin yaptıklarına göz yummak, zar zor yürüttüğümüz birlikte yaşama çabasının kolonlarını dinamitlemekle eşdeğerdir. Sürükleneceğimiz kaos ortamında onların oyunun hiçbir kıymeti kalmayabilir. 
Siyasetçilerimizin toplumsal barışımızı sürdürmek adına ucuz halk pohpohlamalarından, popülizmden vazgeçmeleri gerekiyor. Bürokrasinin sinsi bir ejderhaya dönüşmemesi için her şeyi yapmaya evet ama bürokrasiyle savaşıyoruz diye orman kanunlarına dönmeye de hayır.
Bu dengeyi tutturmak mecburiyetindeyiz.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR