"Benim kıyametim o gündü!"
O GECE BİRÇOK İNSANLA BİRLİKTE 45 SANİYEDE HAYATIMIZ DEĞİŞTİ.
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Olmadı da. Annem, babam, dayım, kızım, dostlarım hepsi göçük altındaydı. Umutla bekleyişin sonunda acı kayıplarımız oldu. Ne yapacağımızı bilmez halde cenazelerimizi defnettik. Küçük kızım yoktu artık. Toprağa vermek ölüm gibiydi. Artık ne ölümü, ne kıyameti merak eder oldum. Benim kıyametim o gündü. Sonrasında hayata küstüm. İnsanlar çok acımazsızdı. 26 yaşında kimsesiz kalmak, güçlü olmak zorunda kalmak çok zordu. Ölmeyi istiyorsunuz ölemiyorsunuz! Belki bedenen yaşıyorsunuz, ruhen çoktan ölmüşsünüz! Uzun bir süre böyle geçti gitti. Kızımı anneme bıraktım diye uzun süre kendimi suçladım. Keşkelerde boğuldum. Elimden bir şey gelmeyeceğini kabul edene kadar yıllar geçti. Şu an onları ve tüm deprem şehitlerini saygıyla anıyorum. Ruhları şad olsun.” (Nilgün Yılmaz, İç Anadolu Birliği Onur Kurulu Üyesi)
Noktasına, virgülüne dokunmadan bir annenin yaşadıkları, 17 Ağustosun bütün acılarını yaşayan bir arkadaşımız.
Binlerce Nilgünler, Ayşeler, Fatmalar, Aliler, Hüseyinler, Mustafalar…….. Aynı acıyı yaşadılar. Ve hala sevdiklerini kaybetmenin acısını az veya çok yaşayarak hayata tutunmaya çalışıyorlar. Üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen bazı anılar maalesef tazeliğini hep muhafaza ediyor. Söz konusu canınızdan çok sevdikleriniz ise sözün bittiği yerdesiniz demektir.
Doğal afetler, deprem, sel felaketi, yangın, toprak kayması, çığ ve daha bir çokları. Evet, bunları zaman zaman yaşar canımızı yakan ciddi kayıplar veririz. Yaşadığımız travmayı da bir ömür unutamayız.
Doğal afetler karşısında insanoğlu aciz mi dir? Bazen evet… Acizdir. İnsan için imtihandır. İhtardır. Sadece tevekkül gerekir.
Bazen de değildir. Allah’ın insanoğluna verdiği akıl ve bilimle doğal afetler karşısında tedbirler alırsınız acıları ve kayıpları en aza indirirsiniz. Japonya örneğinde olduğu gibi. Ne güzel bir söz; “Sen tedbirini al, takdirini Allah’a bırak” “Allah uyuşukları, miskinleri, tembelleri sevmez”
BİR GERÇEĞİN ALTINI ÇİZELİM…
Günümüzde doğal afetler diye tanımladığımız ve yukarıda saydığımız olaylar iki türlü meydana gelmektedir. Bir Allah’ın takdiri ile iki, kulun organize etmesi ile!
Allah’ın takdiri ile oluşan afetlerde Yüce Allah uyarıcı niteliğinde bu felaketleri yollar. Ancak bu afetler olmadan evvel mutlaka belirtileri olur ki insanoğlu tedbirlerini alsın, uyarılara dikkat etsin. (Depremin ve sel felaketlerinin önceden bilinmesi gibi. ) Siz aklınızı ve ilminizi kullanarak yeterli tedbirleri alırsanız bu güne kadar yaşanan sıkıntıları yaşamazsınız.
İnsan eliyle oluşan deprem ve sel felaketleri.
Bunlar tamamen bilerek ve bilinçli olarak yapılır. Bu bazen nükleer denemelerle, bazen adına bilimsel çalışma denilen insanların felaketini hazırlayan deneylerle. (17 Ağustos depreminin bu kadar yüksek olması, araştırılması gereken bir konudur. (Geçte olsa)
Görüldüğü gibi Allah tarafından gönderilen felaketleri önceden bilerek tedbir alabiliyorsunuz, ama kulun yaptıklarına tedbir alamıyorsunuz. Acımasızlık, vicdansızlık, insafsızlık, kalbin kararması, gayri insanilik, insanların felaketi karşısında keyf almak, asla insani değil, hayvani bile değildi! Maalesef böyle bir dünyada yaşıyoruz.
Bu anlamda son çeyrek yüz yılda olan doğal afetlerin hepsi araştırılmaya muhtaçtır. Devletlere hâkim olmak, insanları köleleştirmek, artık sadece cephede, havada, uzayda olmuyor. Yer altı ve adına doğal afetler dediğimiz olaylarla da oluyor.
Bütün bunlar nasıl bir dünyada yaşadığımızın göstergesidir. Peki, bu dünyayı bu hale getirenler yine bizler değil miyiz? Biz birbirimizi yemeye, acımasızca eleştirmeye, kırıp dökmeye, yok etmek için elimizden geleni yapmaya devam edelim!
Soralım kendimize niye bu kadar sinirli, öfkeli, tahammülsüz, canavarlaşan, bir toplum olduk. Biz Türk Toplumu, dünyaya adalet dağıtan, ilim ve medeniyet ışıkları saçan bu millet hangi ara ne zaman bu hale nasıl geldi.
Soluduğumuz havadan, yediğimiz yiyeceklere, içtiğimiz her şeye bir bakalım, bir inceleyelim! O zaman sorumuzun cevabı kendiliğinden ortaya çıkar.
Sevgi toplumundan öfke toplumu haline nasıl geldik. İnşallah bunu ayrı bir araştırma konusu yapacağız. Değerlerimiz bir bir yok edilirken, bizler uyuşturulmuş vaziyette nasıl seyirci kalıyor, hatta bazen buna nasıl çanak tutuyoruz hep birlikte göreceğiz.
Her şey sevgiden geçer. Birbirimizi sevmediğimiz sürece, nefret ve öfke her zaman kazanacaktır.
Haydi, Yunus gibi düşünelim; kim ve nasıl olduğuna bakmadan,
YARATILANI SEVELİM, YARATAN’DAN DOLAYI….
Selam ve dua ile….
İsmet TAŞ – İç Anadolu Birliği Genel Başkanı
Dünya Muhabirler Birliği Türkiye Başkanı
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.