Askerliğin teorisi - 4
Samuel Huntington’un “Asker ve Devlet, Sivil-Asker İlişkilerinin Kuram ve Siyasası” başlıklı kitabını incelemeyi bu yazıyla bitiriyoruz.
Kitabın ikinci bölümünde batı toplumunda askerlik mesleğinin tarih boyunca geçirdiği aşamalar ayrıntılı şekilde ele alınıyor. Subaylık mesleğinin aslen 19. asrın bir ürünü olduğu, subay kadrosunun da aynı asrın en önemli kurumsal tasarımlarından biri olduğu dile getiriliyor (s.25).
Bölümde anlatılan hemen her şey kıymetli ama benim ilgimi çeken bilgilerin bazıları şunlar oldu:
17. asır boyunca subaylık sadece aristokratlara mahsus bir iş olarak görülmüş. Hatta 18. Asırda bile Prusya’da I. Frederick William (1713-1740) asilleri orduda hizmet vermeye zorlamış ve Büyük Frederick (1740-1786), sadece asillerin onur, sadakat ve cesaret sahibi oldukları inancıyla, burjuva unsurları sistematik olarak subay kadrolarından azletmiş (s. 29).
Fransa’da askeri makamlar, fakirleşen asilleri emeklilik aylığına bağlama yöntemi olarak görülmüş (s. 29).
İngiltere’de de aristokrasi, militarizm üzerindeki etkin olmuş ama bu, doğum veya statüden ziyade varlık aristokrasisi şeklinde olmuş. Askeri makamlar parayla satılmış. Hatta askeri rütbe için mülkiyet şartı koyulmuş. Makamın yüksek fiyatı, subay aylığı ile geçinmeyi fiilen imkânsız hale getiren düşük maaş ve de emeklilik maaş ve ikramiyesine yönelik herhangi bir sistemin bulunmayışı, askeri rütbelerin, barış zamanlarında, belli bir özel gelir sahibi olan kırsal kesim aydın orta sınıfının küçük oğullarının tekeline girmesine yol açmış (s.30)!
18. asırda subay kadrolarını işgal eden aristokratlara göre subaylık kendine ait amaç ve standartları bulunan bir hizmet değil, toplumdaki konumunun ona yüklediği tesadüfi bir vasıf olarak algılanırmış. Dinlence, avlanma ve iyi yaşam gibi, çarpışmak da aristokratın idealinin bir parçası, spor ve macera açısından sağladığı fırsatlardan dolayı değer verilen bir eğlence gibi görülürmüş (s. 36).
18. asırda da süren aristokrat ağırlığı, subaylar arasında askeri disiplini zayıflatmış. Örneğin orta düzeyde ve kıdemli subaylar arasında düello vakaları sıradan bir hadise haline gelmiş. Subaylar arzu edilmeyen durumlara yönelik emir aldıkları anda komutaları altındaki alayları terk etmekte hiçbir beis görmemişler. Varlık, doğum, kişisel ve siyasi nüfuz subayların atama ve terfilerinde belirleyici unsurlar olmuş. Sırf aristokrat ailelerden oldukları için çocuklar ve yetersiz kişiler sıklıkla yüksek askeri rütbelere getirilmişler. (s.27).
Huntington, 18. yüzyıl askeri düşüncesini nitelikleri itibariyle “profesyonellik öncesi” olarak tanımlıyor ve bunun sebebi olarak da birliğin, odağın, kuramın ve sistemin mevcut olmayışını gösteriyor (s.38).
18. asırda generallik tabii deha ile özdeşleştirilmiş, askeri komuta, müzik ve heykel gibi, doğal beceriler gerektiren bir sanat olarak anlaşılmış, bazı insanların komuta etmek, bazılarının ise itaat göstermek için doğduğu şeklindeki aristokratik inanç çerçevesinde tanımlanmış (s.40).
Huntington, modern orduyu kuranların Prusya (Almanlar) olduğunu şu cümle ile ifade ediyor: “Şayet askerlik mesleğinin kökeni için kesin bir tarih vermek gerekli olsaydı, o halde 6 Ağustos 1808 tarihini seçmek gerekecekti. Prusya hükümeti o tarihte profesyonellik standardını tavizsiz bir açıklıkla ortaya koyan subay atamalarıyla ilgili bir kararname yayınlamıştır.” Yazara göre 1875 yılı itibariyle tüm Avrupa ulusları askeri profesyonelliğin temel unsurlarını elde etmiş olsalar da bu unsurlar sadece Prusya’da etraflı ve tam bir sistem halini almış. Prusya, askerliğe giriş için genel ve özel eğitim şartları; sınavlar; yüksek askeri öğrenim kurumları; liyakat ve başarı bazında terfi; ayrıntılı ve etkin bir kurmaylık sistemi; mesleki birlik ve sorumluluk anlayışı; mesleki yeterliğin sınırlarının tanınması gibi tüm unsurları hak ettikleri düzeyde sağlayan ilk ülke olmuş (s.42).
Peki neden Almanlar? Neden Prusya? Yazara göre teknolojik ihtisaslaşma, birbirlerine rakip milliyetçilikler, demokrasi ve aristokrasi arasındaki çatışma ile istikrarlı bir meşru otoritenin varlığı Prusya’yı öne çıkaran unsurlar olmuş (s.43).
Yazarın Prusya’da askeri profesyonelleşmeye neden ihtiyaç duyulduğunu açıklarken altını çizdiği önemli faktörlerden birisi de ulus-devletin büyüyüşü. Ayrı bir subay kadrosunun özerk varlığının, bu kadroya ihtiyaç duyulmasını ve kadroyu destekleyecek yeterli kaynakların mevcut bulunmasını gerektirdiğine dikkat çeken Huntington, ulus devlet sisteminin gelişiminin bu iki unsuru da beslediğini söylüyor (s.44). İlginç şekilde, ulusu yenilgiye sürükleyen bir doğal liderin ortaya çıkmamasının da uzun vadede Prusya’ya avantaj kazandırdığını, bu eksikliğin Prusyalıları, sıradan kişilerin sistematik biçimde eğitilmesi yoluna başvurmaya zorladığını ifade ediyor (s.45).
Avrupa ve Amerika’da askerlik kurumunun gelişimini inceleyen yazar, ilginç bir tespitini aktarıyor. Avrupa’da profesyonelliğin, başat aristokratlara meydan okuduğu için demokrasi ile özdeşleştirildiğini, buna karşılık Amerika’da profesyonelliğin, başat demokrasiye meydan okuması sebebiyle aristokrasi ile özdeşleştirildiğini anlatıyor (s.47).
Huntington’a göre milliyetçilik ve demokrasinin yükselişi de profesyonelliğin ortaya çıkışıyla yakından ilişkili. Birkaç yılla sınırlı, kısa bir dönem için tüm yurttaşların genel hizmet amacıyla sıradan er olarak istihdam edilmesiyle oluşan ulusal ordunun doğuşu milliyetçilik ve demokrasinin yükselişinin bir sonucu (s.51).
Subay kadrosunu ilk profesyonelleştiren ülke olan Prusya, sürekli genel hizmeti de ilk yürürlüğe geçiren ülke olmuş. 3 Eylül 1814 tarihli yasa tüm Prusya tebaalarına düzenli orduda (üçü faal görevde, ikisi de yedek olmak kaydıyla) beş, milis gücünde veya Landwehr’de (ülke savunması) ise ondört yıl hizmet verme zorunluluğu getirmiş (s.51)! Prusya, Napolyon tarafından mağlup edilmesinin bir sonucu olarak ordusunu profesyonelleştirmiş ve sıradan erler için zorunlu hizmeti başlatmış (s.53).
Yazar, 18. yüzyıl ordularında erbaş kadrosu, toplumdan tecrit edilmiş ve güvenilmez, toplumun geri kalan kesimlerinde kökleri veya bağlantıları bulunmayan kişilerden meydana gelmiş bir serseri grubuyken subayların aristokrat konumlarının sağladığı belirli bir statüye sahip olduklarını, 19. yüzyılda rollerin tersine döndüğünü, askere alınan erler ulusal nüfusu yatayına bölen bir “hakiki yurttaşlar” kesimi haline gelirken subayların dış dünyadan kopuk, kendi dünyasında yaşayan ayrı bir mesleki grup haline geldiğini söylüyor (s.53).
Bu ilginç kitabı tüm mütecessis okuyuculara tavsiye ediyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.