İbrahim Demirkan

İbrahim Demirkan

ANKARANIN SİNEMALARI

ANKARANIN SİNEMALARI

 

 ‘Ankaranın Bağları’ şarkısının şöhreti tüm Türkiyeye yayılınca popüler olan her şeyin nasıl eskidiğini birde sinemada yaşadıklarımızdan yola çıkarak ‘eskimez olan nedir?’ sorusunu cevabını arayayım dedim.

Benim gibi 70’lerde doğanlar sinemanın dev gücüne ve ezici etkileyiciliğine şahittir. Bayramlarda Ankaralının iki eğlencesi vardı.Ya lunapark ya da sinemaya gitmek.

Geçen gün gittiğim bir sinemada film gösterim odasına bakayım dedim. Makinist yoktu.İşin asıl garibi film makinası da yoktu. Peki ne vardı? Bildiğiniz DVD oynatıcı. Şaşkınlıkla bakındım etrafıma. ‘Yahu biz pelikülde bir filmimiz olsun diye ömür tüketmedik mi’ diye söylendim. ‘Şu kömürle çalışan(!) harladıkça daha fazla renk veren eski sinema makinaları nerde dedim, hani içinde lüksleri olurdu, çok eskiden komşumuz makinist Ali amca Sincandaki açık hava sinemasında  eliyle bisiklet tekeri kullanıp sarardı o makinaya takılan bobinleri dediğim’ de karşımdakiler sadece ‘Ohoo’ nidasıyla karşılama nezaketini gösterip fazla söze hacet bırakmadan alel acele işlerine döndüklerini gördüm.

 O kadar meşgul insanlar yani eskiye ait ağıt tutacak vakti bile yok yeni neslin ya da yeni sele kapılanların.

İnernetin gittikçe saldırganlaşmaya şımarmaya başladığı şu günlerde insanlara olumlu ya da olumsuz bir çok duyguyu ve fikri yükleyen sinemanın ve  şahsi sinema maceramızın hal-i pür melalini düşündüm ve şu kararı verdim: Sen dursan da sinema durmuyor, dünya durmuyor birileri bir şey yapmaya devam edecektir.

Sektörden insanların ne yapacağına şaşırdığı günlerdeyiz.

Yapılan film ya da iş tutar mı tutmaz mı belli değil.Sebebi de hızlı değişim.

Genç sinemacıysanız şanslısınız.

Ya değilseniz.

Yavuz Turgul’un ‘Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni’nde Şener Şen’in canlandırdığı Haşmet Asilkan’dan farkınız kalmaz yoksa.

Bakın Haşmet eski dönem sinemacı olarak neye dert yanıyor?

https://www.youtube.com/watch?v=LxPxVaCgnSc

Peki bu durum bizim için mi geçerli sadece.

Paolo Sorrentino'nun yazıp yönettiği ‘Youth’ yani ‘Gençlik’ filmine bakalım. Filmde eski ve ünlü film yıldızını canlandıran Jane Fonda’yla yaşlı ve ünlü yönetmeni canlandıran Harvey Keitel’in yollarının ayrıldığı sahne bizlere ‘eskilerin’ artık kabul etmek istemeseler de devirlerinin geçtiğini anlatır.

Günümüz insanı hakikate mi talip yoksa başta kendi güldüren ya da tatmin eden konforo mu? 

Elbette para verip sinemaya gidiyorsa gülmeye, eğlenmeye.

Sinema cami değil.

Hakikate talip olan felsefi konularla uğraşanlar içinde filmler var ama seyircisi mahdut.

Peki gişede başarılı işin bir formülü var mı?

TV şöhretini yedeğine takan yüzlere yazılmış romantik-komedi ya da komedi filmler çok şanslı. Sulusepken bel altı espriler bu işlerin olmazsa olmazı. Birde elbette tarih filmleri. Malazgirt 1071 –Fetihler İmparatoru Alparslan diye bir senaryo yazdım. Bu tarz senaryoların kolay ve zor yanlarından gazetede’ MALAZGİRT 1071 YA DA ALPARSLAN FİLMİ ÇEKMEK’ başlıklı yazımda bahsetmiştim. Otomatik olarak seyirciyi çekeceğin bir iş. TRT 1 deki  Diriliş  dizisi ya da Türk sinemasını en çok gişe yapan Fetih 1453 filmlerinden bu janrın tuttuğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Peki işin zor tarafı nedir?

Bence piyasa kurallarını kabullenip risk alarak hakikate talip olmak ve inandığını söylemek.

Günümüz sinemasında hakikate talip olan yönetmenlerin filmlerinin gişede seyirciden rağbet görmediği malum.

Yani Tarkovski bugün yaşasa Nuri Bilge ceylan filmlerinin gişesinden farkı olmaz borç harç içerisinde en yakın kaymakamlık ya da Rus idari birimi neyse oraya gider yeşil kart için başvururdu.

Bu yazıyı yazmama sebep olan ise üzerinde en son çalıştığımız senaryo. Ben adını ‘Yolcu’ koydum ama isminde ısrarcı değilim dedim ekibe. Peki film ne anlatacak. Kısaca ekonomik olarak çöküşte olan zengin bir ailenin çocuğu olan ana karakterin dedesinden kalan Osmanlıca kitapların içinde Osmanlıca yazılmış, Ebced haritasıyla yapılmış şifreli bir hazinenin yerini bulma yolculuğu anlatılacak. Söz konusu ‘Bir Zamanlar Anadolu’da’ yani.

Geçen gün Hacıbayramda gezerken bir baktım dükkanların camında ebced yüzükleri geldi diyor.Demek ki peynir ekmek gibi satıyor dedim kendi kendime ve daha filmi çıkmadan böyle şeylerin esrarengiz ve mistik karşılanıp taliplilerinin çok olduğunu anladım.

Neticede seyircinin gerçekten sağı solu belli olmuyor.

Tutmaz dediğiniz film zirve yaparken beğendiğiniz bir film gişede tepe taklak olabiliyor.

İlginç bir örnek vereyim: Düğün Dernek filmleri serisinin ilk filmi sayılabilecek(Aynı kadro ve aynı yönetmenle çekilen filmler bunlar) Çalgı Çengi’nin gişesi 59.736 seyirci. İkinci film Düğün Dernek 6.980.070, Üçüncü Film ‘Düğün Dernek 2: Sünnet’in seyirci sayısı ise yine 6 milyonu aşmış durumda.

Birde gücünü internetten alıp sinemaya aktarılan işler var. Örneğin bir Ankara yapımı olan ‘Yolunda A.Ş. Çinçin Bağları Hikayesi’. Film sosyal medyada çok tıklanan ‘Yolunda A.Ş’ adlı internet dizisinden alınıp sinemaya aktarılmış bir iş.Youtube’da 1. Bölüm 711 931 defa tıklanırken sinemada seyirci sayısı 49 230.

Gişesi iyi ya da kötü olan filmler için her şey söylenebilir ama bence gişede seyirci sayısına metafizik bir açılım getirse de aklıma ‘Nasip’ kelimesinden başka bir şey gelmiyor.

Örneğin 1 milyonu bini aşan bir çok filminin gişesi ‘Muhsin Bey’ ya da ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ filminden iyidir ya da şu anki 700 bini 1 milyonu seyirciyi bulan sıradan komedi filmlerinin bile seyircisi ‘Züğürt Ağa’dan çok çok fazladır. Ama gişesi az olan bu filmlerin hafızalardaki ve gönüllerdeki yerleri ise zirvededir.

Şüphesiz az seyirci kalitesiz film demek değildir tam tersi çok seyirci çeken filmlerde kaliteli demek değildir.

Bu konuda en iyi karar yukarıda verdiğim örneklerde olduğu gibi zaman içerisinde ortaya çıkmaktadır.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR