Altındağ’da Ne Oldu?
Altındağ Battalgazi’de Suriyelilerin evlerinin taşlanmasını, araçlarına zarar verilmesini tasvip etmek mümkün değildir.
Yardımseverliği, hoşgörüsü ve vicdanlı oluşuyla dünyanın en ücra köşesindeki yardıma muhtaç topluluklarca bile hep “beklenen” olmuş bir millet olarak, hele hele “topraklarımıza sığınmış misafirleri” dışlayıp, kovmaya çalışmamız, linç etmeye kalkmamız asla düşünülemez.
En basitinden böyle bir eylem milletimize yakışmaz.
Nitekim Altındağ’daki olaylar böyle olmamıştır.
Öncesini, o anı ve sonrasını iyi ve doğru okumadan bir kanaatte bulunursak, yanlış yapmış oluruz.
Hele hele olayı siyasi menfaatlere göre yorumlar ve aktarırsak vicdanlarda telafisi mümkün olmayan yaralar açarız.
Battalgazi’deki olay nedir?
Malum burası Ankara’da Suriyelilerin yoğun olarak bulunduğu bir bölge. Kimilerinin dükkanları var, iş yerleri var… Kimileri başka semtlerde çalışıyor, akşamları evlerine dönüyor.
Akşam vakti iki gencimiz; Emirhan Yalçın (18) ile Ali Yasin Güler, mahallelerindeki parkta direklere, lambalara zarar veren birilerini görüyor. Yahya Abdo ve Muhammed Abdo adlı Suriyeli gençleri uyararak; “Yapmayın, devletin malına niye zarar veriyorsunuz” diyor. O birileri nasıl bir cevap veriyorsa artık, önce sözlü tartışma ardından kavga çıkıyor. Suriyeli genç, Emirhan Yalçın ve Ali Yasin Güler’i bıçaklayıp, kaçıyor. Emirhan gece geç saatlerde hayatını kaybetti, Ali Yasin’in tedavisi ise sürüyor.
Olayı duyan mahalleli haliyle sinirlenip, “ne oluyor kardeşim” refleksiyle sokağa çıkıyor; Suriyelilere sözlü tepki gösteriyor.
Buraya kadar tamam…
Peki ya sonrası?
İçeride çoluk çocuk var, kadın var, yaşlı var demeden evlerin taşlanması, dükkanların camlarının kırılması, araçların yakılması?..
İşte bu yaşananların içine her türlü senaryoyu, kişiyi, provokatörü, karanlık eli ekleyebilirsiniz.
Güçlü bir şekilde ihtimal dahilindedir, olmasına da…
Öyle diye, olayı sadece bundan ibaret mi göreceğiz?
Gencecik Emirhan canından olmuş, Ali Yasin yaralanmış… Ve neden, nasıl olmuş bu? AA’nın geçtiği haberde Emirhan’ın babası Osman Yalçın “Benim Emirhan'ım, Türk malını korumak için şehit oldu” diyor. Bu noktayı hiç düşünmeyecek miyiz? Niye böyle olduğunu hiç sorgulamayacak mıyız?
Bölgede Suriyeli yoğunluğu öyle artmış ki, mahallelinin kafasında bir süredir zaten “Bu iş misafirlikten çıktı. Parklarda çoluk çocuğumuzla, kızlarımız ve eşlerimizle rahatça oturamaz olduk. Bu gidiş nereye? Bunun sonu nereye varır?” düşüncesi ve soruları var.
Böyle bir ortamda Emirhan’ın “Türk malını korumak için” yaptığı uyarı üzerine çıkan kavgada bıçaklanarak öldürülmesi “bardağı taşıran son damla” etkisi yapabilir elbette.
Dilimizden düşürmeyip hep tetikte olduğumuz “dış güçler”, “provokatörler”, “karanlık eller”, “gladyo” operasyonları böyle ortamları kollar zaten. Onlar için bulunmaz fırsatlardır bunlar. Anında olaya dahil olup, ateşi iyice alevlendirebilir, çapını genişletebilirler. Bu güçlü ihtimaldir.
Nitekim Emniyet’in açıklamasında, sosyal medyada olaylar üzerinden yalan yanlış bilgilerle milleti galeyana getirici paylaşımlar yaptıkları için gözaltına alınan kişilerin önemli bir bölümünün sabıkalı olduğu vurgulanıyordu.
Tamam ama tüm bunlar ülkemizdeki “sığınmacılar meselesi”nin sorunsuz olduğu sonucunu doğurmaz.
“Provokatörler”, “karanlık eller”, “dış güçler” olaya dahil olmasa, gül gibi geçinip gidiyor muyuz veya ilanihaye gül gibi geçinip gider miyiz yani?
Bugün bir gazetemiz, manşetten taşlanan Suriyelilerin fotoğrafını paylaşıp “Emri kim verdi” diye soruyor. Bir diğeri, muhalif siyasi parti liderlerinin fotoğrafı basıp “Bu kandan siz sorumlusunuz” diyor.
Olay bundan ibaret midir Allah aşkına? Öyle ise, Emirhan da suçlu mudur, provokatör müdür, bir yerlerin adamı mıdır; Emirhan’ın tepkisi ve sonrasında yaşanabilecekler kurgu mudur?
Meseleyi tümüyle kimi muhalif siyasilerin “ülkemizde Suriyeli, Afganlı istemiyoruz”, “İktidara gelirsek onları ülkelerine göndereceğiz” demeleri ve kimi belediye başkanlarının yabancılar illerini terk etsin diye sularına 10 kat zam yapmayı planlamalarının bir sorucu olarak değerlendirmek, kafamızı kuma gömmek olur düşüncesindeyim.
Ortada büyük bir kontrolsüzlük ve günden güne büyüyen bir sorun var değerli okurlar.
Devlet olarak bunu görüp, bu sorunun çözümü yönünde politikalar geliştirmeliyiz.
Tabi önce şuna karar vermeliyiz:
Sayıları günden güne artmaya devam eden yabancıları ülkemizde misafir olarak mı görüyoruz, yoksa kalıcı olarak mı?
Bunun cevabını ve o cevaba göre uygulamaya koyacağımız politikaları kamuoyuyla paylaşmalıyız ve her ne yapacaksak acilen harekete geçmeliyiz.
Benim düşüncem, bu politikada çıkış noktamız “Onlar bize misafirdir. Ve geçici koruma statüsüyle ülkemizde bulunuyorlar” değilse eğer, Altındağ benzeri olayların önüne geçmemiz neredeyse imkansızdır.
Çünkü sayı öyle yüzbinlerle değil milyonlarla ifade edilmektedir ve belli mahallelerde, ilçelerde sayı bakımından çoğunluk sağlamış durumdalar. Bu illa ki sorun doğuracaktır.
Bu topraklarda ne “Türk malına sahip çıkan” Emirhan’lar biter, ne de bu “tepkiler”i fırsata çevirip, ülkemizi karıştırmaya çalışanlar…
Ben ilkesel olarak ülkemizde ki yabancıların “geçici statüde” bulunduklarını düşünüyor, güvenli ve huzurlu bir şekilde tekrar kendi ülkelerine gönderilmelerinden başka çare olmadığını savunuyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.