Abdurrahim Karakoç’un Ardından
Yüzü, bakışı, davranışları buram buram Anadolu'ydu Abdurrahim Ağabeyin. Özellikle dağları, yüksek tepeleri çok severdi. ''Benim dağlara karşı özel bir duygum, hassasiyetim var. Ben dağlara çıktığım zaman dopdolu olurum. Enginlere indiğim zaman boşalırım. Öten keklikler, sağılan güvercinler, otları, çiçekleri, akan suları. Suları dahi öyle pısırık akmaz, taştan taşa çağlayarak akar. Onun için ben dağları seviyorum.'' derdi.
Kara yağız bu adam, mensubu olduğu milletin şikayetlerini dillendirmekten hiç çekinmedi. ''Tohdur Bey'' şiirinde insanımızın çektiği sıkıntıyı,
''Avrat yeğin sayrı, benim karnım aç,
Keyf için gelmedik bura tohdur beğ.
Fukara harcından yaz da bir ilaç,
Olsun derdimize çare tohdur beğ.'' diyerek anlatır.
''Kıyas'' Şiirinde ise zulmün kimden gelirse gelsin, kabul edilebilir bir şey olmadığını ifade eder:
Beni dinle ey kadı
Bozuldu işin tadı
Zulümse eğer adı
Kenan yapsa da aynı
Yunan yapsa da aynı
Ne dostlarımız kabul ettiğimiz derecede iyidirler, ne de düşman saydıklarımız tahmin ettiğimiz derecede kötü. Beni de böyle kabul ediniz diyerek asrımıza bir Yunus Emre hoşgörüsü bırakmıştır. Kendisine verilen ödülleri kabul etmedi. Ben büyük ödülü Rabb'imden ve halkımdan beklerim derdi. O ödülü, halkın yüreğindeki sevgiden aldığını, Ağabeyi Bahaettin Karakoç şöyle ifade ediyor: ''Kaç gezide, Abdurrahim'in kitabını şapkalarının altından çıkaran ağalar gördüm. Öyle severlerdi ki bir öküz verseler bu kitabı vermem derlerdi. Kitabın üstüne akan terleri silerek, Şair böyle olur böyle! Derlerdi.'' Bu kadar sevginin nedenini belki Abdurrahim Ağabeyin İsyanlı Sükut şiirindeki şu dizesinden anlayabiliriz.
Gitmişti makama arz-ı hâl için
'Bey' dedi, yutkundu, eğdi başını.
Bir azar yedi ki oldu o biçim.
'Şey' dedi, yutkundu, eğdi başını.
RAHMET VE MİNNETLE...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.