10 Aralık
10 Aralık günü geldiğinde iki olay aklımıza gelir. Birincisi 10 Aralık 1948 Dünya İnsan Hakları Günü, insan hakları evrensel bildirgesinin kabul edildiği gün, diğeri ise 10 Aralık 1919 3000 Türk Kadınının işgale karşı Kastamonu'nda yaptığı miting.
Elbette ikisi de son derece önemli. Ancak görünen o ki ikisi de anlamını yitirmiş gibi!
Anlatalım gördüğümüzü, yaşadığımızı.
Öncelikle 10 Aralık 1919 dan başlayalım. İzzetini, iffetini, namusunu, onurunu, vatanını, bayrağını, dinini düşünen, milli ve manevi değerlerini canı pahasına korumak ve bunun mücadeleseni veren kahramanlıkları dillere destan Türk Kadınının, I. Dünya Savaşından sonra işgale karşı 3000 kadının Kastamonu'da yaptığı miting.
30 Ekim 1918 de imzalanan Mondros Mütarekesi ile Anadolu işgal edilmiş, ülke yakılıp yıkılmış, zulüm, işkence, insanlık tarihinin görmediği en ağır mezalim yapılmıştır. Çocuk, kadın, yaşlı demeden masum insanlar alçakça katledilmiş, kadınlarımızın namusu ayaklar altına alınmıştır.
Kısaca özetlediğimiz böyle bir ortamda 3000 kadın Kastamonu'nda toplanmış bu alçaklığı şiddetle protesto ederek, dünya devletlerinin hükümet veya devlet başkanlarının hanımlarına birer mektupla bu işgalin ve vahşetin durdurulmasını istemişlerdir.
Yani bugün Gazze'de olanların aynısı o gün Anadolu'da işgal güçleri tarafından olmaktaydı. Türk Kadını sesini yükseltti. Dünyaya meydan okudu. Okumakla kalmayıp başta evladı olmak üzere en sevdiklerini kaybetmek pahasına, kar, kış, soğuk, tipi , ayaz demeden erinin yanında yer aldı. Milli mücadelede destanlar yazdılar. Şerife Bacılar, Kara Fatmalar, Nene Hatunlar ve daha yüzlercesi.
Vatanları, bayrakları uğruna şehit oldular ama ne namuslarını çiğnettiler ne de topraklarının işgaline izin verdiler. Allah rahmet eylesin mekanları cennet olsun.
104 yıl sonra bugüne gelelim. İç Anadolu Birliği, Dünya Muhabirler Birliği, İbn-i Sina Enstitüsü, Yaşlılık ve Kalkınma Teşkilatı, Yaşlılık Konseyi olarak Kastamonu'na basın açıklaması için gittik. Açıklamamızı yaptık. Ve bu açıklamayı başta büyük elçiler olmak üzere, dünyada ki bütün liderlere göndereceğiz. Basın açıklamasında özetle, "Düşman ülkemizi bugün dört bir yandan kuşatmış, işgal etmek için fırsat kollamaktadır. Bu fırsatı onlara vermeyeceğiz. Aynı kahramanlığı ve fedakarlığı bu gün de göstermeye kararlıyız. Dünyanın neresinde olursa olsun savaşlar durdurulmalıdır. İnsan haklarına saygı gösterilmelidir. Bütün insanlık, insanlık suçu işlenen her olayda en yüksek sesle tepki göstermeli, insanlık suçlarını engellemek için bütün insan hakları örgütleri daha etkili olmalıdır. Özellikle Gazze'de yaşanan çocukların, kadınların, yaşlıların, masum insanların katli ve çığlıkları kulakları sağır edercesine semaya yükseldiği halde, kulaklar sağır, gözler kör olmuştur. Katil İsrail Devletine müdahale edilmelidir. Gazze'de yaşanan insanlık suçu, bütün insanlığın suçu ve ayıbıdır." söylemleri ile basın açıklamasını bitirdik.
Ancak alanda toplanan insanımızda ne bir çoşku, ne bir heyacan ne de yapılan işgal ve katliamlara karşı beklediğimiz duyarlılığı malesef göremedik. Bu da bizi geleceği dair vatana, millete, devlete, bayrağa sahip çıkma konusunda endişelendirdi. Yanlış gözlemlemiş olabilirmiyiz? Elbette olabiliriz. Ancak hoşumuza gitmesede öyle olduğunu düşünerek ne yapmamız gerektiği uzun uzun düşünülmeli.
Diğer taraftan 10 Aralık 1948 de imzalanan Dünya İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi daha sonraları hemen hemen bir kaç ülke hariç İsrail dahil bütün ülkeler bu bildirgeyi imzalamışlardır.
Özetle bu bildirge de; "İnsan Haklarının Özellikleri: Herkes ırk, renk, cins, dil, din, siyasal ya da herhangi bir başka inanç, ulusal ya da toplumsal köken, varlıklılık, doğuş ya da herhangi bir başka ayrım gözetilmeksizin bu bildiride açıklanan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir. Bundan başka, ister bağımsız ülke uyruğu olsun, isterse bağımlı, özerk olmayan ya da başka bir egemenlik kısıtlamasına bağlı ülke uyruğu olsun, bir kişi hakkında, uyruğu bulunduğu devlet ya da ülkenin siyasal, adli ya da uluslararası durumu bakımından hiçbir ayrım gözetilmeyecektir. İnsanlar hürdür, eşittir, yaşam hakkı kutsaldır vs.vs.vs.
Başta söylediğimiz gibi bu bildirgede hükmünü ve önemini yitirmiştir. Güzel, göz boyayıcı, cilalı laflara artık kimse inanmıyor.
Bu güne kadar yaşadıklarımız, gördüklerimiz, duyduklarımız böyle bir bildirgenin çoktan hükmünün olmadığını göstermişse de, son olarak Gazze'de yaşananlar, artık insan hakları diye bir şey olmadığını, güçlülerin dünyasında yaşadığımızı, hukukun gücü değil, güçlülerin hukukunun geçerliği olduğu gerçeğini gösterdi.
Şimdi şapkamızı önümüze koyup düşünelim. Dünyanın neresinde olursa olsun, bir olay olduğunda ne kayıtsız kalabiliriz ne de bana ne diyebiliriz. Çünkü bir ateş yakılmışsa eninde sonunda bu ateş bize de mutlaka sıçrayacağı gerçeğinden hareketle,
- Güçlü olmak için ne gerekiyorsa onu yapmalıyız,
- Kendi insanımıza sahip çıkmalıyız.
Aksi halde toprakları işgal edilmiş bir ülke, insanları katletdilmiş veya köleleştirilmiş kuru bir topluluk olmaktan öteye gidemeyiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.