Z.A.M.
Çağ atlayan Türkiye, küllerinden doğan medeniyet, İslam dünyasının geri dönen hamisi gibi retorikler bir çoğumuzu ne kadar heyecanlandırsa da, içinden geçtiğimiz müthiş duraklama dönemi, görebilen gözlerin önünde acı bir hakikat olarak duruyor.
Sanki üzerimize ölü toprağı serilmiş gibi.
Mütemadiyen iş değil, boş laf üretiyoruz.
Mesela siber saldırıya uğruyoruz. Bu tür bir saldırıya dayanmak için hiçbir hazırlığımız olmadığı, bugüne kadar bu iş için hiçbir kapasite oluşturmadığımız ortaya çıkıyor. Bir Bakan daha yaşadığımız hezimetin üzerinden daha üç gün bile geçmemişken hiç utanmadan "Siber savaşa hazırız" diye gazetelere beyanat veriyor.
Mesela teröristler, bombalar temin edip, çalıntı araçlara yükleyip, ülkemizde epeyce gezdirdikten sonra vatanımızın en korunaklı, en güvenli yeri olmasını beklediğimiz başkentimizde patlatıyorlar. Siyasiler artık "istihbarat zaafı yok" demekten utandıkları için "bu tür saldırılara karşı yapılabilecek bir şey yok" diye konuşuyorlar. Tedbir almaktan sorumlu bürokratlar ise ne herhangi bir mesuliyet hissediyor ne de bir açıklama yapmaya lüzum görüyorlar.
Mesela eğitimde dökülüyoruz. İki milyon insanın girdiği üniversite sınavında matematik neti ortalaması "dört" olarak açıklanıyor, ne öğretmenlerumursuyor, ne eğitim fakültesi hocaları huzursuz oluyor, ne eğitim bürokrasisi. On iki sene boyunca matematik öğrettiğimizi iddia ettiğimiz çocuklarımız ortalama dört matematik sorusunu nasıl yapamaz diye kimse dertlenmiyor.
Üzerimizdeki bu ölü toprağını ne zaman ve nasıl silkeleriz bilemiyorum ama nitelikli bir insan kaynağını oluşturmadan bunu yapamayacağımız ortada.
Beklenen hamleyi yapabilmek için devlette üç niteliği birden haiz insanlara ihtiyacımız var.
Bunlarda ilki "zeka".
"E bundan tabiî ne olabilir ki" diye düşünmeyin.
Bugün, seçilen kamu görevlileri için kabul gören, arzulanan, öncelikli nitelikler olan "sadakat", "itaatkârlık", "teslimiyet" ille de zekâ gerektirmiyor. Hatta zekâ, beraberinde araştırmayı, sorgulamayı ve nihayet itirazı ve muhalefeti getirebileceği için tehlikeli bile sayılabiliyor.
Neticede işin gerektirdiği zekâ cevvaliyetinden mahrum bir çok idareci ile karşılaşıyoruz.
İkinci nitelik "ahlak".
Ne yetiştiği aile ortamında, ne gittiği mekteplerde, zihnine ve kalbine çok sağlam ahlaki ilkeler nakşedemeyen bir nesil ile karşı karşıyayız.
Ahlaki ilkelerin "yaşanan duruma göre değişebilecek kurallar" olduğunu düşünebilenlerin sayısı hiç de az değil.
Bunu besleyen bir siyasi ortam olduğunu da göz ardı edemeyiz.
Üçüncü nitelik ise "motivasyon".
İçimizdeki "bir şeyler yapma" hevesini mütemadiyen törpüleyen, uzun bir eğitim sürecinden geçiyoruz.
Kalan enerjimiz zaman içinde bürokrasi koridorlarında yavaş yavaş emilip yok oluyor.
Neticede çoğu insanımız, bir şeylerin düzeltilebileceğine, ıslah edilebileceğine, yoluna koyulabileceğine hatta değişebileceğine dair inancını ve dolayısıyla motivasyonunu kaybediyor.
Bir insan zeki ve iyi ahlaklı olduğu halde motivasyonunu kaybetmişse ondan bir verim almak mümkün olamıyor.
Şiddeti yavaş yavaş azalan sürekli bir üzülme, yakınma ve mızmızlanma haliyle bir ömür tüketiyor bu insanlar.
Zeki ve ahlaklı oldukları için üzülüyorlar ama inanç ve motivasyonlarını kaybetmiş olduklarından hiçbir şey yapamıyorlar.
Zeki, motive ama ahlaksız insanları anlatmaya sanırım gerek yok. Zekâları derhal şeytani bir kurnazlığa inkılap ediyor bu tür insanların ve bulundukları pozisyonları kişisel çıkarları için suiistimal etmeye girişiyorlar.
Ahlaklı ve yüksek motivasyonlu olduğu halde gerekli zekâdan mahrum insanların da misallerine çok rastlıyoruz çevremizde. Bu tür insanlar "akıllı düşman akılsız dosttan evladır" sözünü hatırlatıyorlar bizlere. Verdikleri zarar, sağladıkları faydanın çok ötesine geçiyor.
Zekâ, ahlak ve motivasyon...
Bu üç niteliği beraberce taşıyanların, kendileri gibi olanları aramak, bulmak, öne çıkarmak gibi bir mesuliyetleri olduğuna inanıyorum.
Ve bu üç nitelikten herhangi birinden yoksun olanları "ayıklamak" da bu mesuliyetin tabiî bir gereği sayılmak gerekir.
İdarecilerimiz anlatılan mesuliyeti iliklerine dek hissetmedikçe, ne yazık ki yazının başında belirttiğim umut verici idealler, retorikten ve hamasetten ibaret kalmaya devam edecektir.
Twitter:@salihcenap
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.