Yönetimda hak milli irade ve bilimin yeri
YÖNETİMDE HAK, MİLLİ İRADE VE BİLİMİN YERİ
Güçlü ve kendini ispatlamış, başarılı bir idarenin kurulması için, hukukun üstünlüğünün tanıyıp kabul etmiş, gücünü ve yetkisini milli iradeden almış, devlet ve tüm ülke meselelerini, bilimsel ve akademik verilerin ışığında çözümlemek üzere kadrolar inşa etmeye kararlı ve tavizsiz bir zihniyete ihtiyaç vardır.
Fakat üstünlüğüne inanılan hukuk daha önce ki yazılarımda dile getirdiğim üzere; insanı insana kul etmeyecek; birey ve toplum olarak insanın şerefine inanacak; milli vicdanı tatmin etmek üzere âlemşümul (evrensel) olacak, insanı ruh ve beden olarak tanıyacak; insanı kişilerin, ailelerin, sınıfların, zümrelerin, kavimlerin, ırkların baskılarına terk etmeyecek; insan idrakinin keşfedebildiği bütün değerlerin üstünde duran HAK’KIN otoritesini esas alacaktır. Bazen ferdî bencilliği, bazen de toplumun ve devletin çıkarlarını putlaştırmaya kalkışan sosyalist, komünist, kapitalist ve faşist sistemlere, bu sistemlerin ışığında ya da bu sistemlere karşıt olarak sahte tanrılar inşa etmeye kalkışan her türlü felsefe ve ideolojiye kapalı olacaktır.
Bu sayede beşeri vicdanda anayasallaşan mukaddes ölçülere göre, kendi yöneticisini kendi hür iradesi ile tayin eden bir milli irade, gerçekten saygıya değerdir. Kendi hür iradesi ile yöneticisini belirleyen bir millet, sadece saygıya değer bir işi başarmış olmaz aynı zamanda kendi maddi ve manevi gelişimi içinde kendine ve mukaddes değerlerine uygun bir vasıta hazırlamış olur. Fakat her milletin seçim kabiliyeti farklıdır. Dolayısıyla, her millet kendine lâyık olduğu bir idareyi seçmektedir. Şahsi ve küçük çıkarlar için, milli, mukaddes ve âlemşümul emir ve ölçüleri çiğneyen sınıflar, zümreler ve cemiyetler, her şeyden önce kendi milletlerini büyük felâketlerin ve dönüşü olmayan büyük zararların kucağına atmış olurlar.
Devlet adamları hukukun üstünlüğüne inanmış; uyanık, şuurlu, ileri görüşlü, feraset sahibi, hür ve korkusuz bir milli irade ile iş başına getirilmiş olsalar dahi kesin bir başarıdan söz edilemez ve yetersiz kalabilirler. Tarih boyunca her dönemde olduğu gibi, günümüzde de, devlet adamları güçlü ve namuslu birinci sınıf, uzman bilim ve teknik kadrolarına muhtaçtırlar. Uzmanlığın bu kadar darıldığı ve çeşitlendiği bir dünyada, bakanlık kadroları, adeta birer akademi tarzında teşkilatlanmalı, planlar, programlar ve problemler etrafında bunların uydurmadan uzak, ilmi fikir ve görüşleri alınmalıdır. Devletin kültürel, sosyal, ekonomik, askeri ve politik tüm meseleleri, ihtisas kadroları ve devlet adamlarının işbirliği ile çözülmeye çalışılmalıdır. Şüpheye yer yok ki, günümüzde, dâhilerin rolü yok olmamakla birlikte, ekiplerin ve bilhassa uzman ve teknik kadroların rolü çok büyüktür.
Tarihimizde görüyoruz ki, Türk-İslam kültür ve medeniyetinde başarılı ve güçlü olduğumuz dönemlerde toplumumuz, devletin başındaki hükümdardan dağdaki çobanına kadar, hukukun üstünlüğüne, iliklerine kadar gönülden inanmış ve adaletten kaçmamışlardır. Yöneticiler kendi şartları içinde milletin temayüllerini (eğilimlerini) ve isteklerini saygı ile karşılamış, bilim adamlarının fikir ve düşüncelerine büyük değer vermişlerdir. Ancak tam tersi bir durumda, hukukun yerini öfke ve zulüm, milli iradenin yerini şahsi hırs ve menfaatler, bilimin yerini kaba softa ve ham yobaz zihniyetler aldığı vakit devletimiz zayıflamış, milletimiz çözülme tehlikesi ile yüz yüze kalmıştır.
Türk-İslam ülküsü, Hak ve hukuka, milli iradeye ve bilime dayalı bir idare ile Türk Milletini yüceltmek ve geliştirmek demektir. Bu hedef ve gaye yolunda her milliyetçi genç, bu yükü omuzlamak mecburiyetindedir.
Selametle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.