Türkiye’de Radikalleşme
Fatih Camii’nde bir şahıs namaz vaktinde “Putları yıkın!” diye slogan atarak bıçaklı saldırıda bulundu. Cami imamı ve talebesi bu saldırı sonucunda yaralandı. Bu saldırıyı münferiden radikal görüşlere sahip bir meczubun saldırısı olarak değil Prof. Dr. Hilmi Demir başta olmak üzere konunun uzmanlarının uzun süredir uyardığı Türkiye’de gittikçe artan bireysel ve örgütsel radikalleşme eğilimi üzerinden okumamız daha doğru olacaktır.
Prof. Dr. Hilmi Demir “Radikalleşme Süreçlerinde İdeoloji ve İtikadi İdeolojinin Rolü Üzerine” adlı makalesinde radikalleşmenin aşamalarını şöyle sıralıyor: Toplumsal ayrışma, siyasal radikalleşme, itikadi ideolojik radikalleşme ve sonunda eylemde radikalleşme. Türkiye ‘de eylemde radikalleşme aşamasındaki kişi ve örgütlerin sayısının artması ve artık haberlere konu olması ülkemiz açısından ciddi bir problem. Bu radikalleşmede kimlik siyasetinin sert bir tondan yapılmasıyla yaşanan gerilim ve toplumsal kutuplaşmanın körükleyici rolünün yanı sıra bazı devletler de önemli roller oynuyor.
Osmanlı’dan modern Türkiye’ye tevarüs etmiş ve etkilerini hala görebildiğimiz bazı toplumsal problemlerde başat rol oynamış ve hala bu rolünü devam ettiren iki devlet var: Suudi Arabistan ve İran. İran, tarihte birçok kez Osmanlı’daki Alevi-Bektaşi kesim üzerinde etkili olmaya çalışmış hatta birçok isyanı teşvik etmiştir. Günümüzde farklı ülkelerdeki Şiileri vekil güç olarak kullanan İran, Türkiye’de de etkili olmak için hala ciddi çaba sarf ediyor.
Suudi Arabistan’ın kraliyet ailesinin dedeleri Hicaz’da Vahhabi isyanı başlatmış ve bölgeyi büyük bir yıkıma uğrattıktan sonra yakalanarak İstanbul’da idam edilmişti. Suudi Arabistan’ın resmi dini görüşü olan Selefi-Vahhabilik en büyük düşman olarak ehli sünnet anlayışını, özelde ise Anadolu’da tasavvuf temelinde gelişmiş Türk Müslümanlığını görüyor. Tekfirci bir anlayışla Türkleri Müslüman dahi kabul etmezken Vahhabiliği Türkiye başta olmak üzere diğer Müslüman ülkelerde yaymak için ciddi paralar harcıyor.
Türkiye’deki radikal kişi ve grupların çoğalması, bunların eylemlerinin kan dökecek raddeye gelmesi üzerinde çalışılması ve kararlılıkla mücadele edilmesi gereken bir konudur. Radikalleşmenin panzehiri Hanefi-Maturidi çizgisindeki Türk Müslümanlığıdır. Bu çizgiyi korumak daha fikir aşamasında radikalleşmeye set çekmek açısından önemli bir mücadele yöntemidir.
“Yine hemen belirtelim ki, İran Şii Cumhuriyeti'nin ve Vahhabi Suudi Arabistan Krallığı'nın esas maksadı ‘Lâik Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkmak değildir. Her ikisinin de ortak hedefi, asırlardır, bu milletin vicdanını yoğuran Ehl-i Sünnet Ve-l Cemaat’ inançlarını yıkmak, Türk milletini ve devletini kontrol altına almaktır.
Bu oyun, cumhuriyetten önce de oynanıyordu.” Seyyid Ahmet Arvasi