SON DÖNEMDE SİNEMA FİLMLERİ
ABD sineması karşısına çıkan her engeli aşmayı bilmiştir.
TV’mi çıktı.
Renkli film yapmıştır.
TV renklendi mi?
Sinemaskop film getirmiştir. Dolby dijital surround ses sistemiyle salonları donatmıştır.
Fakat şu 11 Eylül olayından sonra pulu,makyajı dökülmüştür.
İzlettiği kahramanların gerçekten hayal mahsulü olduğu ortaya çıkmıştır.
Şimdi durumu 3D filmlerle kurtarmaya çalışıyor.
Özellikle imax sinemasında izlenen filmlerden etkilenmemek mümkün değil.
Peki bu hükümranlığı ve aldatmacası ne zaman kadar sürer.
Bence fazla değil.
Son dönemde yapılan filmlere baktığımızda hikaye ve dramatik açıdan herhangi bir yenilik taşımayan sadece kurgusal şaşırtmacalar ve bol efektli teknik becerilerle sinemanın ayakta tutulmaya çalışıldığını görüyoruz.
ABD sineması bu tutunma sürecini tüm dünyada 3D sinemasıyla becerirken ülkemizde gişe üstünlüğünü ele geçiren Türk sineması ise 90’lar ve 2000’lerdeki Amerikan sinemasının becerikliliğini henüz yeni göstermektedir.
Yerli ve milli bir anlatımdan ise ferdi çıkışlar dışında uzağız.
(Sinemadaki seyirci kalabalığı AKP döneminin hediyesidir. Çünkü cebinde parası olanın işidir sinema ve sinemacı taifenin %80’i sabah akşam AKP’ye sövse de onların asıl velinimeti Tayyip Erdoğandır. Filmleri çekenlerin emeğine saygılıyız ama bir Muhsin Bey filminin gişesine bakın birde 1 milyon seyirci barajını aşan filmlere. Kalite başka gişe başka)
Günümüzde yaşanan aktüel bir olaya da değinen bir yapıma The Master (Usta,Hoca)kısa bir bakış atalım.
Kendisine saygı duyduğumuz bir yönetmen Paul Thomas Anderson’ın yönettiği yine kendilerine saygı duyduğumuz Philip Seymour Hoffman, Joaquin Phoenix gibi iyi oyuncuların oynadığı film hakikat arayışındaki seyirciyi ilgilendiren ama sinemada eğlenceyi arayanlar içinse tam tersi can sıkmaya aday bir film olarak karşımızda duruyor.
Konusu kısaca şöyle;
Film 2. Dünya savaşı sonrası ABD’de geçmektedir. Psikolojik sorunları olan donanma eri olan Freddie’nin(Joaquin Phoenix) savaş sonrası yeni bir inanç kuramı ortaya atan ve bu konuda ülkeyi gezerek konferanslar veren Lancaster Dodd (P.S Hoffman) ile yolları kesişir. Dodd hakikati bulduğunu söylemekte ve insanlara yol göstermeye çalışmaktadır. Freddie’yse küçük insani zaaflarını inançtan alacağı güçle örtmeye ve kendi psikolojik sıkıntılarından kurtarmaya çalışmaktadır.Ve mücadele Dodd’a inanmayanlarla inananlar arasında devam eder.
P.T Anderson’un Kan Su Gibi Akacak filmiyle ilgili önceden derinlemesine bir analiz yazmıştık internette de pazarlamamamıza rağmen bir hayli rağbet görmüştü.
O filmdeki övgülerimizin devamını dilerdik ama ortaya çıkan film Amerikan vatandaşının zihin dünyasını yansıtsa da Türkiye gibi vahye ve hakikate daha yakın toplumları çokta ilgilendirmiyor. Sadece hurafe,batıl inanış ve uydurma şeyhler düzleminden bakılabilir ama böyle bir değerlendirme içinde bu filme ihtiyacımız yok.
Bir önceki ‘Kan Su Gibi Akacak’ filminde papazın şahsında dini,din adamını ve din düşüncesini kapitalizme, paraya öldürten Anderson bu filminde de ‘İnanç’ denilen saçmalığa ne kadar güvenebiliriz diyor. Özellikle hastalıklı karakterlerin inançlı olmasından bunu anlıyoruz.
Cemaat Hükümet tartışmasıyla da alakalı bir yönü var filmin.
Hakikati bir usta,şeyh,hoca olmaksızın bulabilirmiyiz?
Filmdeki Master yani hoca,şeyh,başfilozof rolünü oynayan P.S Hoffman filmin sonunda talebesi,şakirdi,müridi Joaquin Phoenix’e şunu der;
‘O topraksız özgürlüğe git ve sana bol şans. Bir ustaya hizmet etmeden yaşayabileceğin bir yol biliyorsan…herhangi bir ustaya…bizlere de haber ver, olur mu? Dünya tarihindeki ilk kişi olursun.’
Evet ustasız,lidersiz hayat olmaz ama sahtesinden ve sahtekarından uzak durmak şartıyla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.