ŞİİR ÖLDÜ MÜ?
Yazar Yönetmen Yılmaz Erdoğan’ın yazıp yönettiği ve filmdeki ünlü şairimiz Behçet Necatigil’i de canlandırdığı ‘Kelebeğin Rüyası’ idealizme yakılan bir ağıt olarak karşımızda duruyor.Şiir ve şair üzerine bir ağıt desek belki daha doğru bir tespitte bulunmuş oluruz.
Eğitim Bir Sen’in öğretmen anılarıyla ilgili düzenlediği yarışmada derece yapan hatıraları topladığı çalışmanın adı da ‘Kelebeğin Rüyası’.Stajer öğretmenlerle Polatlı ilçesinde yaptığımız sendikal bir toplantıda bu kitabı dağıtmıştık. O zaman Polatlı’daki yerel bir gazete ‘Genç Kelebekler’e Hoşgeldiniz Yemeği’ diye başlık atınca telefon ederek güzel başlıklarından teşekkür etmiştim.
Film de sendikanın çıkarttığı kitapta sahici. Gerçi film Türkiyeden oskar aday adayı olarak batılılar için kurgulanmış şekilde sinemalarda gösterildiğinde bırakın ödülü almayı adayda olamayacağını yazmıştım zamanında.
Dediğimizde çıktı maalesef.
Bu filmden neden bahsediyorum şimdi ? Çünkü şiirden şairden bahsediyor.
Şiirin öldüğü söyleniyor bu günlerde. Kimi popüler kitap mağazalarında şiir temalı köşelerin bile kaldırıldığı haberleriyle karşılaşıyoruz.
Yılmaz Erdoğan bir şair olarak bu acıyı bizlere iyi hissettireceği bir konuyu seçmiş; Zonguldakta yaşamış ve genç yaşlarda veremden ölmüş iki idealist genç şairin gerçek hayat hikayelerini .
O dönemde Zonguldak’ta Lisede edebiyat öğretmeni olan Behçet Necatigil’de bu iki genç şaire rehberlik yapmaktadır.
(Necatigilin EVLER adlı şiir kitabından uyarlanan Cafer Özgül’ün yönettiği TRT yapımı yarı dramatik EVLER adlı yapımda yardımcı yönetmen olarak çalışmıştım. Güzel ve yetkin bir çalışmadır. Bu yüzden ne zaman Necatigil ismi geçse o işe ayrı bir ilgim olur)
Filmde duygusal yoğunluk son yarım saatte yükselerek bizleri hüzünlendiriyor.
Filmin geçtiği dönem olan 1944’lerde Tek Parti döneminin acımasız uygulamaları yorumsuz olarak verilirken şiirle heyecanlanan iki genç karakterin bu tutkuları herhangi bir ideolojik söyleme kurban verilmeden güzel ve sade bir dilde işlenmiş.
Filmde Suzan karakterini oynayan Yılmaz Erdoğan’ın aynı zamanda eşi olan Belçim Bilgin ise lise öğrencisi rolüne hiç uymamış. Yaştan kaybediyor ilk önce.Karakter olarakta gel-gitleri olmayan düz ve sadece konu mankeni olarak araçsal bir konuma mahkum edilmiş.
Filme dönem sinemasına meraklı olan başta şiir gibi edebi konularda uğraşı verenlere tavsiye olunur.
Sıradan bir seyirci içinse film sıkıcı olabilir.
Zonguldak bölümü iyi anlatılmış ve o dönem güzel yansıtılmış ama kendi adıma İstanbul sahnelerinde beklediğim sinematografiyi bulamadım.
Birde kafatasçılığın had safhada olduğu o dönemde sistem muhalifi olarak bildiğimiz yönetmenin seçkinler sınıfına karşı birkaç cümle yada birkaç sahne göstermesini dilerdik.
Çünkü bu filmde ‘dinsiz-imansız’ bir dönemin kurbanlarını izliyoruz. İyi bir film ümitsiz bitse bile ümit vermeli. Ruhlarımıza ve damarlarımıza sonsuz bir ümitsizlik ve yokluk zerkeden bu film büyük ödülleri de bu sonuçsuzluğundan kaybetti bence. Adresi ve önermesi(Lajos Egri’nin ‘Piyes Yazma Sanatı’ adlı kitabında işi basitleştirip anlattığı bir ölçüdür) belli değil. Daha üniversal olan Nuri Bilge imzalı ‘Bir Zamanlar Anadolu’nun bile nefesi oskara yetmediğine göre bu filminde ödülü alması zordu zaten.
İyi yönüne gelirsek bu film artık Türk sinemasının bir türlü beceremediği dönem ve tarihi filmler dahil her türlü hikayeyi ustalıkla anlatabileceğini gösteren bir dönemin başlangıcı olarak anılacaktır.
Zeki Demirkubuz’un Kıskanmak’ı da Zonguldak’ta çekilmişti. O da kendi imkanlarına göre başarılıydı ama seyirci gitmedi. Hakikati kendi kozasında anlatmaya çalışan ama seyircisini bazen bunaltan Kelebeğin Hülyası ise pardon Kelebeğin Rüyası ise çok iyi reklamı yapılarak ön plana çıkmayı başardı. İlk gösteriminde bayramda ilçelerde bile gösterilmişti. Bu da Box Office için önemli bir etkendi.
Oyunculukla ilgili son bir not Muzaffer Tayyip’in tırnak yemeleri bizim ilgimizi çeken ve karakteri kuvvetlendiren bir ayrıntı olmamış. Genelde oyuncu iyi değilse her sahnede elinize tutuşturacağınız bir şeylerle performansını yükseltirsiniz çünkü bu sayede daha sahici bir görüntü verir el-hak ama gözlerinizle omuzlarınızla yapamadığınızı tırnak yemekle yapamazsınız.
Not:Hikayede ve teknikte batı sinemasını yakaladık derken bu sefer başımıza 3D filmler çıktı. Uyuşturucu batı fantezilerine bir yenisi daha eklendi. Bu propaganda silahını ne zaman ele geçiririz? Bir 5 yıl sonrada biz de holywood’la yarışacak 3D filmlere başlarız herhalde.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.