Selfi çıbığı lazım mı?
Sessiz bir Osmanlı akşamı; avlulu evlerin yanında yoldan geçenler için yapılmış çeşmeler, ılıkça esen rüzgar ve bu rüzgarın etkisiyle bir derviş gibi sallanan söğüt ağacı...
Ağacın altında taburelerine oturmuş savaş meydanlarındaki ihtişamlarından uzak sade elbiseleriyle, kimi sakallı kimi pos bıyıklı Paşa ve Ağalar Paris'in fethinin nasıl olacağını düşünüyor. Birkaç adım ötede bembeyaz sarıkları, ilmin vakurluğuyla boyanmış sıbgatullah rengi cübbeleriyle; Anadolu, Şam, Buhara, Bağdat uleması gelmiş, zekât verecek Müslüman bulunmazsa gayrimüslime verilir mi? Diye dertte.
Biraz aşağı tarafta hafiften sakalları çıkmış, edebin verdiği latif kırmızılık ve kalplerinin yansıdığı tertemiz yüzlü iki talebe birbirlerine ezberini dinlettiriyor.
Esnaflar, biraz önce okudukları Mesnevi beyitlerinin etkisiyle kuracakları vakıfları, yeni sadaka taşının yerinin derdindeler.
Tablonun hafif çaprazına gelen kısmında bir bahçe, görünürde sade duvarları ve gelenin cinsiyetine göre tıklayabileceği işlemeli iki tokmaklı ahşap bir kapı. İçerisinde ise; Fuzuli, Baki, Taşralı Yahya’nın yazdığı şiirleri okuyan genç kızlar, sûrre alayına el işleriyle ufak da olsa katkı sağlamaya çalışan kadınlar ve beylerinin teslim ettiği yetimlere elbise giydiren nineler.
Bahçe duvarlarının yakınındaki yeşillik alanda hilal şeklinde oturmuş çocuklar ve gençler, onların tam karşısında ise gençken savaş meydanlarını inleten, vücudunda yara izinin olmadığı yer kalmayan, heybetli bir adam. Aşağı çimenlikte gençleri toplamış Hz. Ali'nin cengaverliğini anlatıyor...
Derken “selfi çıbığı lazım mı?” diyen bir adam kovuyor hepsini. Uğultulu bir hengâmenin içinde araba sesleri duyulmaya başlıyor birden. Renkler karartıyor kalpleri. Kalabalıklaşıyor mermerler. Ağaların yerinde metroseksüel entel abiler geliyor, paşaların taburesine mıymıntı kılıklı içten pazarlıklı korkak erkekler.
Ulemanın yerini diplomalı proflar, dekanlar almış; ‘kaderi inkar’, ‘şefaati inkar’ gibi konularda misyonerlerden daha iyi nasıl çalışırız diye dertte…
Biraz aşağı tarafta iki genç yaptıkları iddia kuponlarını birbirlerine anlatıp, sonuçları ezberliyorlar… Esnaflar biraz önce okudukları banka faizlerinin düşmesine keyiflenmiş bir halde, müşterilerini nasıl kandırdıklarını anlatıyorlar… Tablonun çaprazında AVM’NİN cafesinde oturmuş bir grup kadından; gençleri, ellerinde akıllı telefonlarla, orta yaştakilerin derdi yeni çıkmış ayakkabı modellerinde, yaşlıları ise gelinlerinin dedikodusunda...
AVM’nin bitişiğinde bir adam etrafına topladığı gençlere, zamparalığın ince noktalarını anlatıyor ve çıbıkçı adam zabıtadan kaçmaya çalışıyor...
…Oysa, ne kadar güzel gidiyordu değil mi? Taaa ki günümüze gelinceye kadar. Aradaki fark bu denli nasıl uçuruma dönüştü? Hakkında yazılanları okurken bile gönlümüzü güzelleştiren o insanların torunları bizler miyiz? Ne yaptılar bize? Biz buna neden izin verdik? Ya da biz böyle olmak isteğimiz için mi bu haldeyiz? Artık olan oldu. Çoğumuz kendimizin eleştireceği, iğreneceği işleri yapar olduk. Ama biz bu gafletten kurtulacağız. Kendi zamanımızda başaramazsak bile evlatlarımıza bu görevi bırakacağız.
Yeniden kalkışlarımıza, dik duruşlarımıza şahit olacak dünya. Bugünleri bir ibret vesilesi olarak hatırlayacağız biiznillah. Evrensel bildirgeler, dünya düzenleri, güçlü devletlerin yanında olma, bilmem hangi konjukterleri hesaplamakla değil, halktan bir uyanışla başlatacağız bunu.
Birbirimize helal- haramı, iyiyi kötüyü, saf kalabilmenin yollarını anlatarak yapacağız. Yahya Kemal’in dediği gibi, Viyana önlerine Mesnevi okuyup, bulgur pilavı yiyerek gideceğiz. Biz bunun için çalışacağız, gecemizi gündüzümüze katıp; önce kendimizden sonra ailemizden başlayarak tüm çevremizi bu kutlu uyanışa dahil edeceğiz.
Samimi olacağız ilk başta sürekli niyetimizi kontrol edeceğiz. Surlara bayrak diken Ulubatlı olamazsak bile, onun da köyünde gariban bir çiftçi olduğunu unutmayarak niyetimizi Hasanlaştıracağız. Kutsal emanetlerin halâ bizde olmasını tefekkür edip gayretimizi artıracağız. Ve asla ümidimizi yitirmeyeceğiz. Halimiz bozuk, zaman ahir olabilir. Ama bizler de Rasulullah aleyhisselamın görmeden inananlarıyız hatta müjdeler müjdesi olarak O'nun diliyle kardeşleriyiz. Bayrak, düştüğü yerden kalkar sözüyle ümitsizlikten Allah'a sığınırız ve biliriz ki Allah'ın rahmetinden sadece kafirler ümitlerini keser düsturunca yaşayacağız.