Ranta kurban giden Türk şehirciliği
Henüz Anadolu’ya gelmeden önce atalarımız geçimlerini hayvancılıktan sağladıkları için konar-göçer bir hayat tarzı yaşamaktaydı. Atlı-göçebe bozkır kültürüyle ilkel bir göçebeliği karıştırmamak gerekir. Türklerin konar-göçerliği bir başıboşluk değil temelinde ekonomik bir fonksiyon yatan coğrafyanın ve iklimin de tesiriyle oluşmuş bir kültürdür. İslamiyet öncesinde de -özellikle Uygurlarda- şehirlere rastlansa da Türklerin şehirleşmesinin İslamiyet’le birlikte hız kazandığı bir gerçektir.
İslamiyet bir şehir olan Mekke’de doğmuştur. Peygamber efendimiz, hicret ettiği Yesrib’in adını “şehir” anlamına gelen Medine’yle değiştirmiş ve İslam Devleti’nin başkenti olarak bu şehri seçmiştir. Şehirli bir dini benimseyen Türkler de bu kültürü benimsemiş ve yurt edindiği Anadolu topraklarına şehirler inşa etmiştir.
İslam şehirleri aynı zamanda bir kültürün de merkezidir. Camiler veya türbeler etrafında şekillenmiş Türk şehirleri bir medeniyetin yansımasıdır. Cami, kütüphane, hamam, çeşme gibi ortak alanları içine alan şehir merkezinin etrafında kurulan yaşam oldukça mahrem ve özeldir. Evlerin kapısının nereye açılacağına kadar incelikle düşünülmüş şehirler huzurun, nizamın da merkezidir ve Türk-İslam medeniyetinin hayat sahasıdır.
Şehirler de toplumlar gibi değişken ve dinamik bir yapıya sahiptir. Bu yönüyle şehirler, toplumların aynasıdır diyebiliriz. Toplumla birlikte şehir de değişir ve başka bir çehreye bürünür. Anadolu’ya geleli bin sene oluyor ama maalesef bu coğrafyaya hala yerleşemedik. Konar-göçer genlerimizin de etkisi var mıdır bilinmez ama coğrafyamızın hemen hemen her köşesinde iş makinelerinin sesi insanların sesini bastırmış vaziyette. Doğu-Batı arasında sıkışmış toplumumuz gibi şehirlerimiz de bu karmaşanın içinde kıvranıp duruyor. Türk-İslam şehirlerinde en yüksek yapı camilerdi, bugün ise camiler gökdelenlerle yarışamaz duruma geldi. Şehrin merkezindeki tarihi çeşmeler ise apartmanlara komşu oldu.
Binaların yükseltilmesine razı olmayan peygamberin en samimi takipçileri olduğunu iddia edenlerin iktidar olduğu, eski mücahitlerinin çoğunluğunun müteahhit olduğu bir memlekette şehirlerin ranta kurban gitmesi ve tarihi dokulara ihanet edilmesi içinde bulunduğumuz durumu bize net bir şekilde gösteriyor.
“Türk-İslam şehri her yerde kendi ritmi, kendi hususi zevki ile vardır, her adımda önümüze çıkar. Kâh bir türbe, bir cami, bir han, bir mezar taşı, burada eski bir çınar, ötede bir çeşme olur ve geçmiş zamanı hayal ettiren manzara ve isimle, üstünde sallanan ve bütün çizgilerine bir hasret sindiren geçmiş zamanlardan kalma aydınlığıyla sizi yakalar. Sohbetinize ve işinizin arasına girer, hülyalarınıza istikamet verir.” Ahmet Hamdi Tanpınar