Payitaht - 2
Dizide devlet-i âliye, adeta mafya gibi tasavvur ediliyor. Padişah bir mafya babası, paşalar tetikçiler! Mesela Abdülhamit Han, bir paşasını gizlice, diplomatik dokunulmazlığı olan duyun-u umumiye şefini tartaklaması için görevlendiriyor! Görevlendirilen paşanın ismi Kemalettin. Polat Alemdar’ın dedesi olması pek muhtemel olan bu Kemalettin paşa, duyun-u umumiye şefini tek başına dolaşırken yakalayıp bir tenhaya çekerek (!) “devlete ihanet eden böyle cezalandırılır” diye sokak arasında dövüyor. O anda diplomasi sanatının zirvesini(!) yakalıyor, tüm dünyaya bu iş nasıl yapılır gösteriyoruz! Paşa, dövdüğü yabancı devlet adamına “Eğer ki hünkarımız senin ölmeni isteseydi o an o dakika bir it gibi geberirdin lakin kendisi öyle merhametli ki ahhh ister istemez bize de sirayet ediyor.” diyor. Adam giderken arkasından “Söylediklerimi ezber ettin mi, devlet unutmaz, ihanet edenin cezasını keser.” diye seslenmeyi de ihmal etmiyor. Tabi burada seyircilerin kafası biraz karışsa da sonunda anlıyoruz: Devletimize ihanet etmek için devletimizin vatandaşı olmaya gerek yokmuş demek! İngiliz olsun, Fransız olsun, her milletten her fâni bizim için hain olabilirmiş!
Kurtlar Vadisi’nin hayli etkisinde kalmış olduğu anlaşılan senaristlerimiz burada dursalar iyi! Bakın daha ne fanteziler kuruyorlar: Yapılan zorbalık kendisine şikâyet edilince Abdülhamit paşasını bizzat kendi sorguluyor. Paşa -hem de kendisini şikâyet eden yabancı diplomatın önünde- yaptıklarını gururla itiraf ediyor. Abdülhamit o anda yabancı diplomatın karşısında bir tiyatro oyunu sergiliyor. Kendi gizli talimatıyla bu işi yapan paşanın rütbelerini söküp adamı sürgüne gönderiyor. Sonra kendisi de paşa olan Kemalettin paşanın babası padişaha gelip niye öyle yaptığını sorunca padişah, mahsustan öyle yaptığını, aslında onu başka bir yere halktan zorbalıkla vergi toplayan düyun-u umumiye kolcularına -elbetteki gayri nizami yöntemlerle- hadlerini bildirmek için gönderdiğini anlatıyor. Şikâyet ettiklerinde, onların yanında azlettiğimiz bir adamın işinden mesul olamayacağımızı söyleyeceğiz diyor.
Bayağılık, sahtekârlık, yalancılık, ilkesizlik, şark kurnazlığı, köylü hilebazlığı yüksek siyaset veya diplomasi mucizesi gibi sunuluyor.
Bu zırvalara, bu yavanlığa, bu kalitesizliğe, bu berbat müsamereye çuvallar dolusu paralar dökerek tarihimize, kültürümüze hizmet ettiğini düşünen var mıdır bilemiyorum. Güçlü siyasetçilerin takdirini kazanmak motivasyonu kendisini daha çok hissettiriyor. Danışmanıyla, senaristiyle, yönetmeniyle, oyuncusuyla, iyi kötü okumuş yazmış bunca insanın kafasından böylesine korkunç bir Osmanlı tasavvuru çıkması ve bu tasavvurun geniş halk kitlelerine aktarılması insana dehşet veriyor.
Denilecek tek bir şey var…
Yazık bu millete...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.