Nükleer enerji ve nükleer silahlanma...
Özellikle Akkuyu Nükleer Santralinin devreye girmesi ile, nükleer enerji tartışmaları tekrar alevlenmiş, protestolar dozajını artırarak devam etmiştir.
Bir taraf nükleer santrallerin nereye, kime, nasıl zarar verdiğini, bir tarafta bu enerjiye niye sahip olmamız gerektiğini anlatmaya başladılar.
Elbette her iki tarafında haklılık yönleri var. Öncelikle nükleer santrallerin radyoaktif atık maddelerinin doğaya karışması ile insan, bitki ve hayvan sağlığına nasıl zarar vereceği ciddi bir şekilde tartışılmalı, gerekli tedbirlerin alınmasında ileri teknoloji en üst düzeyde kullanılmalıdır.
Diğer taraftan, nükleer santrallere karşı çıkmak asla akıl karı değildir. Gelişmenin, modernleşmenin ve çağdaşlaşmanın vazgeçilmez unsuru nükleer enerjidir. Gelişmiş ülkelerin tamamı bu enerjiyi kullanmaktadırlar.
Bütün karşı çıkmalara veya olumsuzluklara rağmen, Türkiye, nükleer enerji konusunda geç kalmıştır. 2023 yılında dünyanın gelişmiş on ekonomisi arasına gireceğini iddia etmesi ancak nükleer enerji ile mümkün olabileceği herkesin ortak kanaatidir. Şu ana kadar gelişmiş ülkelerin yanı sıra, gelişmekte olan ülkelerde bu enerjiyi kullanmak için ciddi yatırımlar yapmaktadırlar. Üstelik bunlar, doğal gaz, petrol gibi ciddi enerji kaynaklarına sahip ülkeler.
Türkiye, Akkuyu Santrali ile elektriğinin % 10 nunu karşılamayı planlamaktadır. Bu ciddi bir katkı sağlasa da, asla yeterli olmayacaktır. (Şu an Fransa'nın enerjisinin % 70 ni nükleer santrallerden karşıladığını düşünecek olursak) Çünkü nükleer enerji gelecek yüz yılın en önemli enerji kaynaklarından biri olacaktır. (Başta petrol ve doğal gaz kaynaklarının sınırlı ve yetersiz olduğu göz önünde bulundurulursa)
Burada var olan bir tuhaflıktan bahsetmek zorundayız. Bütün dünya da, nükleer santraller protesto edilir, santrallerin yapılmaması konusunda her türlü yola başvurulur, ama nedense bir türlü NÜKLEER SİLANLANMA konusunda aynı hassasiyet gösterilmez.
Oysa ki, nükleer enerji ile, nükleer silah arasındaki çizgi çok belirgin değildir. Sivil amaçla kullanılarak nükleer enerji elde etmek için uranyumun zenginleştirilmesi, nükleer bomba üretmenin sadece bir kaç adım öncesidir. Çünkü, nükleer enerji elde etmek için kullanılan yakıt, aynı zamanda atom bombasının da ham maddesidir. Yani basit bir anlatımla, atomun çekirdeğini parçalayarak elde edilen nükleer enerji, hem enerji santrallerinde nükleer enerji olarak kullanılmakta, hem de nükleer silahlanma da.
Bunun içindir ki, nükleer silahlara sahip ülkeler, NSYÖ (Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme) antlaşmasını imzalamışlardır.
Bu antlaşmada diğer antlaşmalar gibi havada kalmıştır. Nükleer silah bulundurma hakkı beş ülkeye, (ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa) verilmişken, bu gün, Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore, İsrail, ellerinde nükleer silah bulundurmaktadırlar. Burada Güney Afrika'dan bahsetmeden geçmemek lazım, çünkü nükleer silahları üretme imkanı olmasına rağmen imha eden tek ülkedir.
Sadece ABD ve Rusya'nın ellerinde bulunan nükleer silahlar bütün insanlığı yok edecek düzeydedir. Hatta geçen haftalarda Putin'nin açıklamaları ile dünya, nükleer silahlanmada hangi seviyede olduğu gerçeğini bir kez daha gördü. Açıklamada, Rusya'nın, dünyanın her noktasını vurabilecek füzeler geliştirdiklerini ilan ettiler. Elbette ki bahsedilen füzeler nükleer başlıklar takılarak daha korkunç hale getirilmektedir.
Ülkeler ellerindeki bulundurdukları nükleer silahlara göre konumlarını belirlemektedirler. Kimin elinde nükleer silah varsa, o ülke kendini güvende hissetmektedir. Bunun içinde nükleer enerjiye yapılan yatırımlar, aynı zamanda nükleer silahlanmaya yapılan yatırımdır. İsrail'in Orta Doğu'yu tehdit etmesinin altında elinde bulundurduğu nükleer silahlardan kaynaklandığı her kesin malumu.
Bizi burada ilgilendiren husus, kimin elinde ne kadar nükleer silah olduğu veya nükleer santraller bulunduğu değil, Türkiye'nin elinde ne olduğu önemli.
Beş ülke, ellerinde bulunan nükleer silah gücü ile, bütün dünyaya ayar vermeye çalışırken, kendilerinin önü alınamaz bir nükleer yarışa girdikleri gerçeği artık gizli saklı değil. Bir Akkuyu Santralinin kopardığı fırtınaya bakalım, birde daimi üye olan beş ülkenin elinde bulunan nükleer güce! Sonra oturup düşünelim! Biz ne yapma yılız diye?
Türkiye'nin kontrolü altında nükleer silahı var mı? Olmuş olsa idi nükleer denemelerden mutlaka kamu oyunun haberi olurdu. Oysa ki, bölgesel ve küresel bir güç olma iddiamız varsa ki var, o halde mutlaka nükleer silah konusunda ciddi yatırımlar yapmak zorundayız. Nükleer enerji, nükleer silahlanmadan ayrı düşünülemez dedik. Çünkü ellerinde nükleer silah bulunduranlar bunları hiç bir zaman imha etmeyeceğine göre, bizim nükleer enerji ile birlikte nükleer silahlanmaya geçmemiz şart olmuştur.
Yeri gelmişken belirtmek gerekir, dünya da, kapatılan santrallerin tamamı, kullanım ömrünü dolduranlardır. Japon'ya kazadan sonra santral yapımını durdurmuş ise de, tekrar başlamak için yatırımlarını hızlandırmışlardır. Çünkü, enerji ithali ülkelere son derece büyük maddi külfetler getirmektedir.
Özetle, Türkiye, belirttiğimiz gibi, 2023 hedeflerine ulaşmak, dünyanın 10 büyük ekonomisi içinde yer almak ve küresel güç olmak istiyorsa, nükleer enerjiye ve nükleer silaha sahip olmak zorundadır. Bunun içinde teknoloji transferi son derece önem arz etmektedir.
Türkiye'nin sınır güvenliği ne kadar önemli ise, kendini güvende hissetmesi açısından, nükleer enerji ve nükleer silahlanma da o kadar önemlidir. Türkiye hiçbir zaman nükleer tehdit altında olmamalıdır. Bu alanda güçlü olmak zorundayız.
Bunun için elimizde her türlü teknolojinin olduğu kanaatindeyim. Siyasi iradenin de bu konuda son derece hassas olduğu Akkuyu Santrali ile kendini göstermiştir. Geriye sadece uygulamak kalmıştır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.