Muhsin Başkan
“Çocuklarım arasında en az onu gördüm. Devlet, millet çağırıyor der giderdi. Oysa o bir defa devleti bekledi, devlet gelmedi.’’ Bu serzeniş bir annenin evladından ayrılışının tezahürüydü.
Belki okuyunca hatırınızda canlanmıştır… Uzun zaman geçmesine rağmen yüreğimizde hala kabuk bağlamayan bir yaradan bahsediyorum.
Bir Türkmen yiğidinin aramızdan ayrılışından…
O, sıradan birisi değildi, farklıydı. Dolayısıyla da emsaldi. Sıradanların ve sıradanlığın cirit attığı insan pazarında kıymeti, paha biçilemeyecek cinstendi. Zaten değeri de pek bilinmedi.
O, kelimenin tam anlamıyla bir Alperen’di. Ahmet Yesevi tarafından yetiştirilip Anadolu’ya gönderilen Alperenlerden farksızdı.
O, haddini bilenlerdendi. Biliyor ve görüyordu ki haddini aşanlar zıddına dönüşüyorlar. Bu dünyaya “sahip olmaya” geldiğine inansaydı eğer dünyalık olarak nelere sahip olmazdı ki… Etrafımıza baktığımızda, o cinslerden mebzul miktarda görebiliyoruz.
Kişiliği, karakteri, siyaset üslubuyla ve ilkeli duruşuyla milletimizin yetiştirdiği örnek şahsiyetlerden biri oldu. Onda politikacıların ahlaksızlığı değil, İslam dininin ahlakı vardı. Siyasete benlik, şöhret, ikbal ve servet için girmemişti.
O’nun bulunduğu yer, durduğu yer Anadolu’nun bin yıllık tarihinden süzülen değerler dünyasıydı.
O, bir Türkmen yiğidi idi. Her türlü hadise ve gaile karşısında istikametini bozmayan yiğitçe duruşun bir numunesi idi.
O, 40 senelik dava serüveni boyunca çilenin ve ıstırabın içinde yoğrula yoğrula gelmiş ve mazlumların ezeli hakları için yılmaz bir mücadele vermiştir. Yedi buçuk sene kaldığı Mamak zindanlarından bir gün bile ceza almadan çıktığında “Ya Rabbi kahrın da hoş, lütfun da” dedirtecek imanı son nefesine kadar onu bırakmamış ve yıkılmaz bir iman kalesi hüviyetindeki yürüyüşü onu Türk milletinin gönlüne “Başkan” olarak nakşettirmiştir.
Muhsin Başkan’ı kaybedişimizin ardından tam 10 sene, 3650 gün geçti. Ne de çabuk geçti seneler değil mi?
Onuncu sene-i devriyesini tamamlamak üzereyiz. Geçen zaman belki birileri için çok uzun bir süreden ibaret ama bizler için hala daha dün gibi taptaze.
Lakin ukdemizde açılmış yaralar daha hala kapanmadı. On seneye varan bu süreçte üzülerek ifade etmek istiyorum Muhsin Yazıcıoğlu suikastı davasında hala bir arpa boyu yol alınabilmiş değildir.
Son zamanlarda dosyada bir kısım şüpheliler için takipsizlik kararının kaldırması sevindirici fakat tatmin edici olmamıştır. Dünyanın hiçbir yerinde delilerin bu kadar açık olduğu, faillere giden yolun basitçe kat edilebileceği bir dosya herhalde bu kadar çok sekteye uğratılmamıştır. Her sekteye uğradığında suikast dair hiçbir şüphe bırakmayan bu dosya Türk hukuk sisteminin yüz karası olarak tarihe geçmiştir.
Derler ki: “Hayat ölüm için yazılmış kaderden başka bir şey değildir.”
Rahmetli de yazılacakların en güzelini yaşayarak geçti aramızdan. Ölümü de kendisini en iyi ifade edeceği, kendisini hatırlatacak sadaka-i cariye nevinden olmuştur.
Bir düğün merasimi şeklinde gerçekleşen ahirete uğurlanışında tüm dünya mazlumlarının kabrini gözyaşlarıyla sulamasına şahitlik ettirmiştir.
İsmiyle ve haliyle ‘muhsin’ olan Muhsin Başkan, varlığını hakikate adamış diğer hakikat yolcuları gibi ‘Sonsuzluğun Sahibi’ne giden kervanda yerini aldı. Şiirlerinde belirttiği, özlediği bâki âleme yürüdü. Temennimiz, bizim de bu kervana dâhil olmamız.
Tabi vefatından sonra her yıl olduğu gibi bu sene de 25 Mart Pazartesi günü aramızdan ayrılışının sene-i devriyesinde Tacettin Dergâhında saat: 10.00’da anma programı yapılacak.
Bu vesileyle Şehit Muhsin Yazıcıoğlu başta olmak üzere bir hilal uğruna batmış güneşleri, tüm şehitlerimizi rahmetle, minnetle ve şükranla anıyorum. Ruhları şad, makamları ali olsun.
Selam ve dua ile…