Malayani buluşma
Günlerdir 'tarihi buluşma' olarak tanıtılan program sonunda gerçekleşti.
Öncesinde yapılan tartışmalar programın nasıl olacağına zaten yön vermişti. Program sanki şov maçına çıkmış iki gösteri sporcusunun birbirine yapacakları hamle ile seyirciyi memnun edecek ve adrenalini ile seyirciye eğlendirecek bir gösteri maçıydı. Taraf olanlar adaylarının performansları ile karşı adayın taraftarlarına küçük ve anlamsız şeyler üzerinden ayar verdi yani ortada sonucu değiştirecek gerçek bir yarış değil sanal gerçeklikler üzerinden ortaya konan bir gösteri maçı vardı. Bu sebeple ben müsadenizle iki adayı değil programı hazırlayıp sunan ve yöneten sayın İsmail Küçükkaya'yı eleştirmek istiyorum.
Öncelikle böylesine beklentisi yüksek bir programı 'tarafsız bir kimlikle yönettiği' vurgusunun talihsizliği ile başlamak isterim.
Bu programda aday olan iki taraf isme İstanbul halkı adına soru soruyorsanız o zaman tarafsız değil halkın tarafında olduğunuz bilinci ile soruların sorulması gerekirdi. Bu programda hiç kimse tarafız olmamalı ve adaylar bu sorular karşısında zorlanarak polemikleri ile değil, kaliteleri ile ön plana çıkmalıydı.
Sorular belli bir düzeyde tutularak iki adayın birbirine üstün olmaması üzerinden hazırlanmıştı. Yani bir adayın diğer adaya karşı üstünlüğü bu şekilde manipüle edilmiş oldu. Program bittiğinde ise program öncesinde tartışılan ne kadar anlamsız tartışma ve bloklaşma varsa olduğu gibi devam etsin istenmişti ve şuana kadar öyle de oldu.
İstanbul'un gerçek sorunları yerine popülist yaklaşımlarla adayların azda olsa vaatleri konuşuldu. Ama hiç kimse daha önce bilmediği yada duymadığı şeyleri değil zaten bildiği ve duyduğu şeylerin tekrarını izledi.
Kanal İstanbul başta olmak üzere ihanet olarak kabul edilen beton ve asfalta,imar ve ıslaha,ekoloji ve biyolojik çeşitliliğe,deprem ve doğal afetlere,kültürel ve tarihsel dokuya,turizme ve medeniyetsel dönüşüme vb. dair adayların kalitesini ön plana çıkaracak konulara girilmedi.
Üzerinde durduğu varsayılan ve sorulan; gençlere,engellilere ve kadınlara vaad edilenlere bakınca yani 'sorun bu kadar basit mi?' demeden insan geçemedi...
Hele ki sayın Küçükkaya'nın "Türkiye aşığı bir Kürt olsam size neden oy vermeliyim?" diyerek sorduğu o soru bana göre son derece talihsiz ayrıştırıcı bir soruydu. Yani İstanbul'da yaşayan lazlar için de aynı soruyu sorsa bundan farklı düşünmezdim. Bir seçmen nasıl ki sandığa giderken herhangi bir ırk, inanç ve mezhep avantajı yada dezavantajı olmadan sandığa gidip oyu bir adet sayılıyorsa hizmet alırken de oy isterken de Kürt yada Türk olmasına, Alevi yada Sünni olmasına, Müslüman veya gayrı Müslüman olmasına bakılmadan eşit muamele görmelidir. Kürtleri bu programda özel vurgu ile konu etmenin ve adaylardan Kürtlere özel cevap istemenin eşitlik ilkesine ve Türkiye aşkına uygun olmadığı kanaatindeyim...
İstanbul Türkiye'nin toplamda 36 ilinin nüfusuna denk bir nüfusu içinde barındırıyor. Kilometrekareye üç bine yakın insanın balık istifi bir hâlde yaşam mücadelesi verdiği bir şehirde hangi vaat o şehirde yaşayan insanların hayat kalitesini artırabilir?
Bu nüfus yoğunluğunun aynı zamanda ülkemizin de en büyük sorunlarının çözümüne denk olduğu düşünülürse adaylara İstanbul'un tahliyesi üzerinden insanı toprakla ve toprağı insanla buluşturacak projeleri de sorulmalıydı..
Elbette bu tek başına bir belediye başkanının gerçekleştireceği birşey değil ama en azından kendi şehrinde kendi ülkesinde göçe dair sorunları nasıl çözüm önerileri olduğu öğrenebilirdi. Bu gibi sorunlar ve çözümleri konuşulmadan İstanbul'un yoksulluğu ve yoksunluğuna teklif edilen her vaat israftır,zaman kaybıdır ve boştur. Bu şehirde yaşayan insanlara belediye bütçesinin tamamını aktarsanız bile yinede yoksulluğunu ve yoksunluğunu gideremezsiniz. Önce şehrin tahliyesini konuşmak ve insanları doğduğu topraklarda doyacak politikaları ortaya koymak zorundasınız.
İstanbul'un bununla bağlantılı bir başka sorunu da yeşil alan sorunudur. Dünyada yasal sınır olarak belirlenen kişi başına düşen yeşil alanın 15 metrekare olduğu düşünüldüğünde İstanbul'un kişi başına düşen yeşil alanının da 4.9 metrekare olduğu bilinip ve bu rakamla dünyada 50 popüler şehir arasında sondan ikinci olduğu gerçeği içimizi daha da acıtmaktadır. Bazı semtlerinde ise bu ortalamanın bir metrekare yeşil alana düşüyor olduğu gerçeği ise tam bir faciadır. Hele ki şehrin bu kadar yeşil alan açlığı varken hâlâ var olan az bir alana da beton dökmek ne anlam ifade ediyor ve bu şehre ihanet kabul edilen politikaları adaylara sorabilirdi..
İstanbul'lu Türkiye'nin diğer şehirlerinin de yatırım ve bütçe anlamında payını aldığı düşünülürse neden hâlâ her kullanmadığı projenin bedelini kendi cebinden ödüyor ?
Devlet tarafından bizlerden alınan vergilerle bizlere sunulan hizmetlerden neden hâlâ ücretini fazlasıyla ödediğimiz halde yeniden bedeli bizlere ödetilmektedir?
Biz ücreti en baştan tahsil edilmiş köprülere, eğitime, güvenliğe, sağlık ve temizlik hizmetleri gibi zaten satın aldığımız ve hakkımız olan hizmetlere neden bir daha ücret ödüyoruz?
İşte tam burada 'hizmet' dediğiniz ve uğruna hiçbir ahlâk kuralı tanımadan birbirinizi yediğiniz o can alıcı ama düşünmekten geri durduğumuz soru ve sorunlarla yüzleşiyorsunuz..!
Efendim hülâsa ülkemizin geleceği doğru sorulara doğru cevapları vermemize bağlıdır. Seçilenin yolunu bulduğu değil seçenin hakkı olan hizmete kavuştuğu, seçerken de huzurunun, kardeşliğinin ve ağzının tadının kaçmayacağı seçimleri ancak bizler yani halk tesis edebiliriz. Biraz partizanlıktan ve holiganizmden sıyrılarak, diğerkâmlık ile bu sağlanabilir. Belki düşünme zahmetine katlanırsak gerçekten herşey bizim için daha hayırlı ve bereketli olacaktır.
İyilik güzellik onu dileyenlerin ve gayretinde olanların üzerine olsun...