Yaşar Güldal

Yaşar Güldal

Lozan Antlaşması’nın bilinmeyenleri  

Lozan Antlaşması’nın bilinmeyenleri  

    Değerli okurlarım başlıktan da anlayacağınız üzere bugün ki köşemi Lozan antlaşmasına ayıracağım.
    Öncelikle şunu toplum olarak çok iyi bilmemiz lazım; Türkler hiçbir dönemde esaret altına girmemişlerdir. Çünkü esaret altına giren bir devlet yok olur. Bizim karakterimizde esaret altına girmek yoktur. Esasen bizler tarihin hiçbir döneminde devletsiz yaşamamışızdır. Devlet kavramı da bir milletin kimliğini sağlayan en önemli mekanizmadır.
   Senelerdir bize;”Sevr antlaşmasını gösterdiler, Lozan’a ikna ettiler.” Dediler.Öncelikle ilk yapılması gereken şey şudur,önce Sevr’i tanımak lazımdır.Rahmetli Erbakan hoca yanlış hatırlamıyorsam 17 Temmuz 2007 günü Esam konferansında Sevr ile ilgili olarak şu ifadeyi kullanmaktadır,”Sevr nedir?Sevr siyonizmdir,büyük israildir.”
     

Türkiye 10 yıl süren Birinci dünya savaşında 170 bin kilometre kare toprak kaybetmiştir. Bu on yıllık savaş Eylül 1922’de Atatürk’ün Türk ordusuyla birlikte İzmir’e girmesiyle sona ermişti. 24 Temmuz 1923 yılında Lozan barış antlaşmasının imzalanmasıyla Türkiye en uzun barış antlaşmasını da imzalamış oldu.
     Şimdi bu kısa bilgiden sonra isterseniz Sevr antlaşmasına geri dönelim. Sevr antlaşması 433 maddeden oluşmaktadır. Bu maddeleri burada açıklamak veya özetlemek imkansızdır. Ancak sizlere Sevr ile ilgili kısa bilgiler sunmak istiyorum. Sevr antlaşması ile ilgili olarak Tarihçi David Fromkin, Osmanlı topraklarının paylaşılmasını anlatırken şöyle der; Osmanlı Devleti hiç denecek kadar küçülmüştü. Ayrıca bu antlaşma aynı zamanda Almanya’ya dayatılan Versailles Antlaşması’ndan daha ağır bir antlaşmadır. Sevr antlaşmasına göre Osmanlı diğer adıyla Türkiye son derece sınırlı bir coğrafyaya hapsedilmiş, sonucunda da tarihten silinmesi amaçlanmıştır.
    Sevr antlaşması özellikle geniş çaplı işgallere de siyasi zemin oluşturmaktadır. Osmanlı’ya haklı olmasına rağmen ağır harp tazminatları yüklenmiş, Anadolu ırkları nüfuz bölgelerine göre ayrılmıştır. Yani tabiri caizse Osmanlı resmen yağmalanmaya başlanmıştır.
   

Pekala, bu antlaşmayı kimler ve nerede imzaladı diye akla bir soru gelebilir. Bu antlaşma Paris’in Sevr adlı Banliyösünde eski Maarif Nazırı (Milli Eğitim Bakanı) Mehmet Hadi Paşa, eski Şura-yı Devlet (Danıştay) reisi Rıza Tevfik Bey ve Bern sefiri Reşat Halis bey’lerden oluşan bu heyet,10 Ağustos 1920’de Sevr adıyla bilinen baştan sona aleyhimize olan maddeleri içeren antlaşmayı imzalamışlardır. 
   TBMM 19 Ağustos 1920’deki oturumunda Sevr antlaşmasını imzalayanları ve saltanat şurasında oy verenleri hain ilan ederek milletin tepkisine tercüman olmuştur.
    Sevr antlaşması delegelerce imzalanmasına rağmen padişah vahdettin tarafından imzalanmadığı gibi de meclisin onayına da sunulamamıştır. Murat Bardakçının tabiriyle Sevr bir antlaşma taslağı olarak kalmıştır.
    Sultan vahdettin aynı zamanda ilerleyen dönemlerde “bu antlaşmayı imzalamaktansa tahttan feragat etmeye kararlıydım”dediğini Murat Bardakçı Şahbaba isimli kitabının 165.sayfasında bizlere aktarmaktadır.
   3 Aralık 1920 tarihinde Ermenistan ile TBMM arasında Gümrü Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmanın en dikkat çekici maddesi Sevr Antlaşmasının “keen lem yekün” yani tümden yok addedip ilan eden 10.maddesidir.
     İskender Yılmaz’ın Gümrü Antlaşması adlı kitabında aktardığına göre 21 Şubat 1921 tarihinde toplanan Londra Konferansında Lord Curzon, Gümrü Antlaşmasını geçersiz kılmaya çalışsa da o dönem TBMM hükümetinin Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey’in dik duruşu sayesinde bu antlaşma geçersiz kılınamamıştır. 
  

Gelelim en önemli konumuz olan Lozan Antlaşmasına…
 

 Saltanatın kaldırılması ve İstanbul hükümetinin geçersiz kılınması neticesinde Türkiye’yi Lozan’da TBMM hükümeti temsil etmiştir. Bu heyette başbakan Rauf Orbay Bey, Genelkurmay Başkanı Yusuf Kemal Tengirşenk bey ile o günlerde Garp cephesi kumandanı meşhur (!) İsmet Paşa temsil etmiştir. Yalnız bir sorunumuz vardır. Bu heyetin içerisinde bizi temsil edecek ve bizim duygularımıza tercüman olacak, bizi en iyi şekilde savunacak (?) bir başdelege lazımdır. Atatürk o dönem hiç kimsenin de aklından dahi geçmeyecek, birini başdelege olarak atamıştır. Sizce kim dersiniz  bu  hiç kimsenin aklına gelmeyen başdelege? Durun ben söyleyeyim, bu meşhur başdelegeyi sizlere, İsmet İnönü!
   

Şimdi buraya kadar her şey teamül gereği diyebiliriz, ancak şu soruyu da sormak bizim en temel hakkımızdır sanırım “Niçin 600 sene dünyaya hükmetmiş bir devletin içinden tecrübeli biri başdelege olarak tayin edilmiyor da Garp cephesi kumandanı olan İsmet Paşa adındaki bir kumandan başdelege atanıyor? Hemen bana kızmayın canım, ben ismet Paşa’ya karşı önyargılı değilim ancak bu soru kafama takılmıyor da değil yani! Üstüne üstlük bir de nam-ı diğer İsmet paşa Lozan’a başdelege olarak görevlendirilince apar topar Dışişleri bakanı yapılıyor!
   Lozan heyeti iyice incelenirse görülecektir ki heyet içerisinde bir tek dahi Osmanlı diplomatı yer almamıştır. Yok, efendim siyasi gerekçeleri var… Geçin bu palavraları geçin!
    Roma Büyükelçisi Galip Kemali Söylemezoğlu son derece yetenekli, tecrübeli ve dirayetli bir Osmanlı diplomatıydı, bari Galip beyi alsaydınız heyete!
   Yazıma bir sonraki köşe yazımda kaldığım yerden devam edeceğim, kalın sağlıcakla…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
SON YAZILAR