Salih Cenap Baydar

Salih Cenap Baydar

Köylülük ve soyut düşünce

Köylülük ve soyut düşünce

İlahiyatçı Mustafa Öztürk hoca, Karar gazetesindeki 5 Ağustos 2017 tarihli “Köylülük Sorunumuz” başlıklı yazısında köylülüğün Kur’an’da nasıl zemmedildiğini anlattıktan sonra Çetin Altan’a göre köylülüğün öne çıkan işaretlerini madde madde yazmıştı. Bu maddelerden altıncısı çok dikkatimi çekti. Çetin Altan’a göre köylülüğün göstergelerinden birisi “hukuk, adalet, saygı, nezaket gibi soyut kavramların tanımlamalarını yapmaya yanaşmadan, soyut kavramları taş, toprak, bardak, bıçak, ev, araba gibi somut sözcüklerle eşdeğer tutarak konuşmayı yeğleme” imiş.
Ne isabetli bir tespit! Fakat sadece konuşma mı? Köylü kafasında mücerret (soyut) düşünceye pek az yer vardır ve bu maluliyet, konuşmasına, yaşamasına, aldığı tavırlardan verdiği kararlara, seçtiği saftan benimsediği hayat tarzına kadar her şey üzerinde belirleyici olur. 
Allah Kur’an-ı Kerim’de bize bedevilerin bu hallerini çok sert bir şekilde bildirir:
Bedevîler, kâfirlik ve münafıklık bakımından hem daha beter, hem de Allah'ın Resûlüne indirdiği kanunları tanımamaya daha yatkındır. Allah çok iyi bilendir, hikmet sahibidir. (Tevbe,97)
Şöyle bir düşündüğümüzde bugün şikayetçi olduğumuz birçok sıkıntının temellerinde bedeviliğin bu emaresinin, yani soyut ilkeleri anlayamamanın, benimseyememenin, içselleştirememenin olduğunu görebiliriz.
Meşhur bilim kurgu yazarı Kurt Vonnegut (1922-2007), 1952’de yazdığı “Otomatik Piyano” (Player Piano) isimli ilk romanında kahramanlarının ağzından 19. Asrın iki önemli filozofu olan Henry David Thoreau ve Ralph Waldo Emerson’un o bilindik diyaloğuna yer verir. Thoreau, 1846 yılında Meksika savaşı sırasında Amerika'da koyulan oy vergisini ödemeyi reddettiği için, bir geceliğine de olsa hapse atılmıştır. Babası veya dedesi köleliğin kaldırılmasında önce oy kullanmış olanların muaf tutulduğu bu vergi haksız bir vergidir ve fakir beyazlarla zencilerin oy kullanmasını zorlaştırmaktadır. 
Thoreau’nun medeni haklar mücadelesindeki fikir arkadaşı Ralph Waldo Emerson, hapse atılan arkadaşını görmeye gittiğinde sorar:
- Henry, neden buradasın?
- Ralph, sen neden burada değilsin? 
Vonnegut, roman karakterlerinden Finnerty’e bu diyaloğu anlattırdıktan sonra romanın diğer kahramanı Paul üzerinden bir sorgulamaya girişir:
"Hapse girmeyi mi istemeliyim yani?" dedi Paul, bu hikâyeden kendine bir ders çıkarmaya çalışarak.
"Hapis korkusunun seni inandıklarını yapmaktan alıkoymasına izin vermemelisin."
"Alıkoymuyor.” 
Paul asıl sorunun inanacak bir şey bulmak olduğunu düşündü.
 
Sanıyorum meselenin bam teli burasıdır. Dünyadaki insanların çoğu ister dini ister seküler tarafta olsun aslında gerçekten inanacak bir şey bulamıyorlar. Bunun sebepleri çeşitlendirilebilir. Bazen soyut olanı kavramak için gereken zihni olgunluğa erişememiş olmak, bazen de dünyayı vahşi bir cangıl, kendisini her türlü ahlaki sınırlamadan muaf, hayatta kalmak için öldürmeye mecbur vahşi bir hayvan gibi görmektir sebep. 
Bu hali benimseyenler durdukları noktayı -bazen kendilerine bile- itiraf etmekte çok zorlanıyorlar. Çünkü soyut kurallara, ideallere inanmayan, hayatını onlara göre tanzim etmeyen kimselerden kurulu bir sosyal toplulukta hayatta kalmak neredeyse imkânsız. Böyle olunca da gerçek kimliklerini saklayan bir maske takıyorlar. Köprüyü geçene, artık kendilerini gizlemeye mecbur olmayacakları güce erişene kadar her türlü yalanı söylemeye başlıyor, gerçekten inanmadıkları ideallere -hem de yürekten- inanır görünüyorlar.
Toplumu saran iki yüzlülüğün, ne olduğu gibi görünmenin, ne göründüğü gibi olmanın altında biraz da bu yatıyor.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR