İşte Ecdat İşte Edep! (2) Yavuz Sultan Selim Hazretleri
Geçtiğimiz Mart ayında ‘’Fatih Sultan Mehmet Hazretleri’’ ile başlattığımız ‘’İşte ecdat, işte edep!’’ serisini bugün ‘’Yavuz Sultan Selim Hazretleri’’ ile devam ettireceğiz. Yavuz Sultan Selim Han, adının hakkını vererek tarihe geçecek, Ehli Sünnetin yılmaz müdafii olarak gönüllerimizde taht kuracaktır.
Yavuz Sultan Selim beş yaşlarındaydı. Sarayın bahçesinde ok atıyordu. Bu yaşta attığını vuruyordu. Babası Sultan II. Bayezid arkasında onu seyrediyordu. Dayanamadı çıkıp, oğluna sarıldı; ‘’Allah gücüne güç katsın oğlum. Ama niçin yalnızsın? Selim hayretle; ‘’-Yalnız değilim ki Sultan babam; Allah her yerdedir!’’ Aldığı cevap, Bayezid’i şaşırttı; "Oğulcuğum, tek durma. Düşmanlarımız var. Allah korusun; sana bir kötülük etmek isteyebilirler!" Yavuz, iki yaşından beri yanından ayırmadığı küçücük kılıcını çekip; ‘’Pederim! Bu kılıcı süs için bağlamadık. İcap ederse kendimizi korumasını biliriz. Hem pederimizin korkusundan dünyanın öbür ucundaki düşmanın yüreği titrerken sarayın bahçesine girmeye kim cesaret edebilir? II. Bayezid, hayretinden donakalmıştı.
O ki daha çocukluğunda cesaretiyle ünlenmiş, gençliğinde babası II.Bayezıd’ın göremediği şia tehlikesini farketmiş, canıyla, başıyla bu tehlikeye karşı koymuş bir liderdi. Babasından sultanlığı alacak kadar gözü karaydı. Bunu kendi menfaati için değil, ‘’Nizam-ı Âlem için İlayi kelimetullah’’ anlayışıyla yapmıştı.
1481’den 1510’a kadar Trabzon Sancak Beyi olarak görev yaptı. Bu süre zarfında boş durmadı. Bir yandan hocası Âlim Mevlana Abdülhalim Efendi’den ders alırken bir yandan Gürcüler üzerine sefere çıktı ve seferlerde Kars, Erzurum, Artvin’i fethederek Osmanlı Devleti’nin sınırlarını genişletti. Aslında bu seferlerin amacı Türkmenlerin Osmanlı’ya bağlı kalmasıydı.
Babasına defalarca ilettiği Şah İsmail ve Şia tehlikesi, II.Bayezıd tarafından anlaşılamadı. Bunda Şah İsmail’in padişaha samimi görünen mektupları etkilidir. Tedbir alınmayınca Yavuz, yavuzca bir harekât ile ‘’Cesaret insanı zafere, kararsızlık tehlikeye, korkaklık ise ölüme götürür.’’ diyerek tahtı babasının elinden aldı.
8 senelik sultanlığında 80 senelik iş yaptı. ‘’Kılıcımız parladıkça düşmanın gözü ondan ayrılıp bizi göremez. Ama Allah esirgesin, bir gün paslanır da yaltırıklanmazsa düşman bizi görmek değil, bir de tepeden bakar.’’ dedi ve Anadolu’da kesin Osmanlı Hâkimiyeti parolasıyla Şah İsmail ve uzantılarının üzerine yürüdü. Nihayet Çaldıran savaşıyla Safevi ordusunu müthiş bir şekilde mağlup etti.
Safevilerin Memlüklerle iş birliği ve Memlük – Osmanlı Devletlerinin arasında tampon vazifesi gören Dulkadiroğulları Beyliğine son verilmesiyle sefer Memlükler üzerine yoğunlaştı. Mercidebadık ve Ridaniye savaşlarıyla Halifelik Osmanlı Devletine geçti. Mısır, Hicaz, Osmanlı’ya katıldı.
Yavuz, kazandığı şanlı zaferlerle İstanbul’a dönerken, halk onu övmesin, nefsi kabarmasın diye payitahta gece girecek, büyük davanın büyük neferi olduğunu cihana gösterecektir. İşte aradığımız Türk - İslâm ruhu budur. Düşmana ve fitnecilere karşı öfkeli ve kuvvetli, kendi nefsini şişirtmeyecek kadar mü’min ve mütevazı.
Koskoca Halife olmuş, hutbede O’na Hakimül Haremeyn (Mekke-Medine’nin Hâkimi) denmiş, O ise başını eğerek ‘’Ben ancak Hadimül Haremeyn (Mekke-Medine’nin hizmetlisi) olabilirim.’’ demiştir. İşte Ecdat, işte edep! Yavuz Sultan Selim Hazretleri!
Geçilmez denilen Sina çölünü geçerken, atından inen Yavuz’a demişler; ‘’Efendim neden atınızdan inip yaya yürüyorsunuz?’’ Cevap nettir, bir o kadar bizleri ürpertecek cinsten ‘’ Görmüyor musun? Önümüzde Allah'ın Resulü, Fahri Kâinat Efendimiz (s.a.v) yürüyor. Bize yol gösteriyor, rehber oluyor, tercüman oluyor. O yaya yürürken, biz nasıl at üzerinde olabiliriz?’’
O ki, Hocasının atından gelen çamurun elbisesine sıçramasıyla; ‘’Âlimlerin bindiği atın ayağından üstümüze sıçrayan çamur, şerefimizdir.’’ diyecek ve vasiyetiyle o çamurlu kaftanı sandukasının üstüne örttürecek kadar edepli.
O ki, son nefesinde can dostu Hasan Can’ın; ‘’Şimdi Allah ile birlikte olma zamanıdır sultanım!’’ sözüne cevaben ‘’Bre Hasan, sen bunca zamandır, bizi kiminle bilirdin?!’’ diyecek kadar mütedeyyin.
Yavuz, Anadolu insanımızın Peygamber (s.a.v) sevgisinin vücud bulmuş hâlidir. Yavuz, sapkın karanlıklara doğan Ehl-i Sünnet güneşidir. Bu bayrak, bu semalarda dalgalandıkça Türk Milleti seni asla unutmayacak! Vermiş olduğun mücadele Müslüman Türk gençliğine emanettir. Emanetine sahip çıkmak dua ve temennisiyle… Rahmet olsun, el-Fatiha…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.