İnsan ne ile yaşar?
İnsan ne ile yaşar? Kanımca herkesin hayatında en az bir kez, farklı bir şekilde de olsa sorduğu bir sorudur.
Bana da bu soruyu sorduran ise bir insanın amaçsızca bu dünyaya gelmiş olamayacağını zaman zaman bana hatırlatan olaylardır. Sebepsiz, başıboş yaşam olmadığı inancındayım
İnsan umutlarıyla yaşar. Kimileri cennete gitme umuduyla, kimileri daha iyi insan olma umuduyla, kimileri daha başarılı olma umuduyla, kimileri ise daha iyi bir hayat yaşamak umuduyla yaşar. Genel olarak bir amaç edinir ve o amaç ışığında hareket eder. Ama bazen bir boşluğun içinde bulur kendisini ve o zaman sormaya, sorgulamaya başlar, dünyadaki amacını, neden burada olduğunu, esas ihtiyacının ne olduğunu. Bazen farkına varır, bazen de farkına varamaz ve büsbütün boşluğun içinde bulur kendini.
Hayatın anlamına varan kişiler dünyevi hazlardan, hırslardan, menfaatlerden, mutluluktan sıyrılmış hayatının geri kalan zamanında Allah ile olan ilişkisini daha da sıkılaştırmaya O’nun rızasını kazanmaya daha çok adamıştır kendisini. Nihayetinde de onun mükafatını verecek olan yine Allah’tır. Bir de meczuplar vardır. Bunlar da yine kendi halinde yaşayan insanlardır. Bunların bazıları da yine kendilerince dünyayı anlamlandırmaya çalışmış, insan aklıyla işin içinden çıkamamış ve büsbütün yokluğun içinde kalmışlardır.
İnsanoğlu yüzyıllarca bu soruya yanıt aradı. Ünlü filozoflar da bu soruyu hem kendilerine hem de diğer insanlara sordular kendilerince yanıtlar aradılar. Platon‘a göre bilginin en yüksek biçimine ulaşmaktır. Yaşamın amacı. Bu da “iyi ideası”dır. Tüm iyi şeyler değerini iyi ideasından alır. Aristoteles, tüm yeteneklerin ve sorgulamaların, ve dahi her etkinlik ve etkinlik seçiminin bir iyi hedefi olduğunu düşünür. “İyi”nin, tüm çabanın amacı olması bu yüzden haklıdır. Her şey bir amaçla yapılır ve bu amaç “iyi”dir. Dahası insanlığın iyilikle çözüleceği kanaatine varırlar. Günümüz araştırmacılarına göre doğayla uyum içinde erdemli bir yaşam sürmek yaşamın anlamıdır. Yukardaki filozoflar da yaşadıkları dönemde etrafındaki insanlar tarafından meczup olarak adlandırılırlardı. Dünyevi hiçbir zevk onları mutlu etmeye yetmiyor bu sebeple hepsinden elini eteğini çekiyorlardı. Hele bir tanesi vardı ki onun aşırılığı herkesi şaşırtıyordu. Kendisini bir fıçıya sığdırmış, elinde de bir maşrapası vardı. Hatta bir gün elleriyle su içen çocuğu görmüş ve fazladan malım var diyerek maşrapasını da kırmıştır. Hayatın anlamını yakalamada abartıya kaçan Diyojen bir isteği olup olmadığını soran Büyük İskender’e "Evet var, gölge etme başka ihsan istemem." yanıtını verdi.
Bu soruya yanıt arayanlar arasından günümüze yakın tarihte yaşamış, araştırmalar yapmış filozoflar vardır. Onlar biraz da boşluk hissine kapılmış, bizim tarafımızdan pek te olumlu karşılanmayacak fikirlere sahiptirler. Bunların en bilinenlerinden Nietzsche, hayatın objektif bir anlamın olmadığını söyler. Onun için sonsuz tekrar edilen bir hiçliktir. Schopenhauer için de hayat boş bir şeydir. Halihazırdaki insan onu abartır. Buda’ya göre hayat bir katlanmadır. Acılarla doludur ve mümkün olan en hafif şekilde geçirmek gerekir. Bunun için iştahı yok etmeli ki acı da yok olsun düşüncesindedir.
İslam filozofları da aynı konuya yönelmiştir onlar da İslamiyet’in ışığında bu soruya yanıt aramışlardır. Sadece felsefeyle ilgilenmeyen matematik, geometri, astroloji gibi bilimlerde de çalışan ve İslam bilginleri arasında en büyüğü diyebileceğimiz Farabi Aristoteles mantığına dayanan usçu bir metafizik oluşturmuştur. Amacı, Aristoteles'i, biraz da Plotinos'un yardımıyla, İslam diniyle uzlaştırmaktı... Bununla da yetinmemiş, İslam dinini de bilimle uzlaştırmaya çalışmıştır. Onun felsefesi ise kısaca şu temele dayanmaktadır; İslam felsefesine zihinciliği getirmekle kalmamış, bu felsefenin ilk kez kapılarını açan da kendisi olmuştur. O, metafiziğe mantık yoluyla ulaşmış, İslam diniyle felsefe arasında sıkı bir ilişki kurmuştur. "Erdemlerin en büyüğü bilimdir."
İbni Sinâ da, Farabi gibi doğa olaylarını “madde” ve “form” kuramıyla açıklar. Varlık konusunda da Farabi’nin görüşlerini benimser. O’na göre bütün varlıklar Tanrı’dan çıkmış bir kademeleşmedir. Tanrı bütün varlıkların ilk nedenidir, “faal akıl” dır. Bundan da gökler ve onların akılları doğar. İbni Sina’nın ahlak felsefesi, mezafiziğe dayanır ve tasavvufa yakındır. “Mutluluk ve doğru yaşam nedir?” sorusuna; “Mutluluk, insan ruhunun kendisini arıtması, temizlemesi, faal akla yönelmesidir.” diye karşılık verir.
Gazali bilgi kuramı çerçevesinde en ilgi çekici çalışmayı yapmıştır. Gazali şu ve benzer sorulara karşılık aramıştır:
“Kesin bilgiye nasıl ulaşabiliriz?”
“Hangi bilgi alanında, kesinlikten söz edilebilir?”
“Duyuların ve akim sağladığı bilgilerin sağlamlığı ne ölçüdedir?”
“Felsefe ve metafizik, kesin bilgiler verebilir mi?”
Gazali her şeyden önce bilgilerimizde kesinlik ve sağlamlık arar. Matematik ve mantık gibi alanı sınırlanmış bilgi dallarının kesin bilgiler verdiğini, buna karşılık metafiziğin sağlam bilgiler vermediğini söyler. İnsan aklı yetersiz kalır ona göre.
Gazali, bilgi konusundaki genel eleştirisine, duyuların bizi aldatabileceğim ortaya koyarak başlar. Metafizik konularda kesin doğrulara varabileceğinden kuşku duyar. Bunu da daha önceki düşünürlerin görüşlerini eleştirerek temellendirir. Filozofların akıl ile inancı birleştirmeye çalışmalarının bir yanılma olduğunu öne sürer.
Nihayetinde insanlık hangi zamanda olursa olsun dünyaya gönderiliş amacını irdelemiş kendi kısıtlı aklı ve imkanlarıyla tanımlamaya çalışmıştır. Dünya var oldukça gelecekte de böyle olmaya devam edecektir. Bizim inancımıza göre insan başıboş bırakılmamış ve dünyaya gönderilişinin bir amacı vardır. Her insan fıtratı doğrultusunda kendine düşen sorumluluğu yerine getirmek durumundadır. Dünyada yaşayan tek mahluk kendisi değildir, çevresinde bulunan bütün hayvanlar, bitkilerden, dağlardan, topraktan sadece ihtiyacı olduğu ölçüde kullanmalı, tamahkarlıktan kaçınmalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.