Gittim gördüm yazdım 2
Bir önceki yazımızda, deprem bölgesine ziyaretimizin sadece bir kısmını anlatmış, neden oralara gitme gereği duyduğumuzu, gerçekten her şey anlatılan gibi mi, depremin yapmış olduğu yıkımın boyutları, insanımızın, dertleri, sorunları, sıkıntıları, ihtiyaçları gerçekte neler, kimler ne yapıyor, devlet ne kadar deprem bölgesinde, depremzedelerimizin halen ihtiyaçları devam ediyor mu, bu ve benzeri sorulara kısmen cevap vermiştik.
Deprem bölgesine olan ziyaretimiz ilk etapta, Elbistan, Göksun, Afişn, Türkoğlu, Nurdağ, İslahiye, Hatay-Antakya, sonrasında, Gaziantep, Adıyaman, Urfa, Malatya'dan Ankara'ya döndük.
Bütün bu ziyaretlerimizde gördüğümüz yıkım diğer illerden farksızdı. Yolların birer, ikişer metre çökmesinin yanı sıra, şehir içindeki çöküntüler, yarıklar, ayrılan yollar, felaketin büyüklüğünü gözler önüne seriyordu. Elimizden geldiği kadar depremzede kardeşlerimizin yanlarına olmaya, onların sorunlarını yine imkânlarımız ölçüsünde çözmeye çalıştık.
Bir önceki yazımızda da ifade ettiğimiz gibi devlet sahada ve tüm imkânları ile kardeşlerimizin yanında. Her türlü sıkıntıları gidermek için devletin bütün kurumları iş başında. Bunun yanı sıra başta Ankara Sivil Toplum Platformu (ASTP) olmak üzere gönüllü birçok kuruluş ve stk lar ara vermeksizin deprem bölgesinde faaliyet gösteriyor.
Zaman zaman su, çadır, gıda ve barınma ihtiyaçlarının olduğunu gözlemlemiş olsak da, Devletin kurumları sivil toplum örgütleri ile birlikte mümkün olan her yere ulaşmaya çalışıyor.
Bütün illerde dikkatimizi çeken en önemli olaylardan biride, panik, tedirginlik ve geleceğe dair kaygıların hala sıcaklığını korumasıydı. Öyle ki, gelen yardımların dağıtılmasında sürekli izdiham yaşanması, ihtiyaçtan çok ama çok fazlasının alınarak stok edilmesi bunun en belirgin özelliğiydi.
Asrın değil, asırların depremini yani felaketlerin felaketini yaşıyoruz. Elbette aksaklıklar, sıkıntılar olacak. İhtiyaçların yüzde yüz giderildiğini söylemek zaten mümkün değil.
Depremzede kardeşlerimizin ihtiyaçlarını söylemek, çözmeye çalışmak ayrı bir konu ama mağdur olmuş bir kardeşimizi bulup bunun üzerinden devlete ve kurumlarına saldırmak ayrı bir konu. Kurumun başındaki insanlar yanlış ve hata yapabilirler ancak bu kurumları onların şahsında zedelemek, yıpratmaya kalkmak ne insanidir ne vicdanidir ne de iyi niyetle bağdaşır. Örneğin Kızılay Başkanını eleştirirken, Kızılay’ı yıpratmamak lazım.
Bir yerde bir yanlışlık, bir aksaklık, bir eksiklik görüyorsan, elinden geliyorsa elinle, gelmiyorsa dilinle ifade ederek düzelte biliyorsan, vicdanlı, ahlaklı insan olmanın gereğinin yapıyorsun demektir. Ama duyduklarının doğruluğunu araştırmadan birin yanına bin katıp söylüyorsan o zaman aynaya bakıp insanlığını sorgulamalısın.
Eleştirmek, "işkembe-i kübradan atmak" kolay. Zor olan ise; zor durumda olanın yanında olmak, yarasına merhem olmak, derdine derman olmak. Bunu yapabiliyor musun? Yoksa oturup klavyenin başına, üç-beş resim görüntü alıp, gerçeğin ne olduğunu bilmeden, öğrenmeden, araştırmadan, paylaşmışsan yapabileceğin en büyük kötülüğü yapıyorsun, vicdanın kapkara demektir.
Deprem bölgesinde insanların hala, suya, gıdaya, çadıra ve benzeri yaşam malzemelerine ihtiyaçları var. Bir taraftan devlet, bir taraftan STK lar bunları karşılamak için ellerinden geleni değil, gelmeyeni de yapıyorlar. Bu ihtiyaçlar bundan sonrada olacak. Çünkü hayat devam ediyor. İnsani yaşam malzemelerine her zaman ihtiyaç olduğu herkesin malumu.
Bundan dolayıdır ki, olağanüstü bir yıkım ile karşı karşıya olan ülkemizde, depremzede kardeşlerimiz hiçbir zaman gündemden düşmemeli, onların her zaman yardıma ihtiyacı olduğu unutulmamalıdır. Bunun içindir ki her türlü yardım aralıksız olarak devam etmeli…
Hiç ama hiç kimsenin depremzede kardeşlerimizi unutmaya, görmemezlikten gelmeye, sorunlarına sırt çevirmeye hiçbir şekilde hakkı yok. Bu gün onlara, yarın bize...
İstisnasız her birimizin potansiyel depremzede olacağımızı asla unutmayalım...
Hızlı bir şekilde, çadırdan konteynıra, konteynırdan da konutlara geçilmeli. Geçici barınma yerlerinde hayatlarını zor şartlar altında devam ettirmeye çalışan kardeşlerimize, insan olarak desteğimizi asla kesmemeli, imkânlarımız ölçüsünde yanlarında olmalıyız.
Daha önceden defalarca söylediğimiz gibi, çamur, çirkef, pisliğe bulanmış siyaset kelimenin tam anlamıyla depremin enkazı altın da kalmıştır. Özellikle bir takım siyasiler, kendi ikballeri uğruna kardeşlerimizi unutma, unutturma eğilimindeler.
BİZ BUNA ASLA İZİN VERMEYECEĞİZ. NE DEPREMİ NE DE DEPREMZEDE KARDEŞLERİMİZİ UNUTMAYACAĞIZ, UNUTTURMAYACAĞIZ…
Not: Son siyasi olaylar, yani ne altılı, ne beşli, ne sofra bizi zerre kadar ilgilendirmiyor. Bizi şu an sadece ama sadece deprem ve depremzede kardeşlerimiz ilgilendiriyor. Zamanı gelince elbette bizimde söyleyecek üç-beş lafımız olacak. Ama şimdi değil!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.