Yusuf Akoğul

Yusuf Akoğul

Can ocağında pişen aştan nasibimize düşenler

Can ocağında pişen aştan nasibimize düşenler

Geçen haftaki yazımızda M. Necati Sepetçioğlu’nun ‘Can Ocağında Pişen Aş’ kitabı vesilesiyle Hoca Ahmet Yesevi’den sizlere bahsetmiştik. Bu hafta da daha önceden görme fırsatı edindiğim Hoca Ahmet Yesevi’nin yaşadığı yurtla ilgili hatırımda kalan anıları sizlerle paylaşacağım.

Yurt dışı seyahatleri arasında Kazakistan farklı bir öneme sahiptir. Türklerin İslamiyet’i kabul ettiği süreçten sonra Anadolu’nun Müslümanlaşmasında büyük etkileri olan Pir-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevi’nin türbesinin orada olması biz Alperenlik yolunun yolcularına ayrı bir değer kazandırmaktadır.

O, fikirlerini aksiyona dönüştürmüş, söylemleri kadar eylemlerinde de kalıcılığı sağlamıştır. Yaşadığı dönemde Alperenler yetiştirerek dünyanın dört bir yanına göndermiş insanların gönlünü celp etmiştir.

Öğrencilerine ve insanlara büyük bir misyon aşılamış. İsmi, yüzyıllardır anıldığı gibi günümüzde de Türk İslam davasının öncü hocası, fikir ve ideal öncüsü olarak gönüllerimize nakşetmiştir.

Anadolu’daki fikri hareket, geçmişte bizlerle aynı ülkülere inanmış ve maalesef tarih sürecinin belli dönemlerinde bizlerden ayrılmak mecburiyetinde kalmış coğrafyalarda tekrardan fikri aksiyon halini almaya başlamıştır.

Doğuda, Batıda, Orta Asya’da da fikir meşalemiz tekrardan tütmek üzeredir.   Her ne kadar muasır medeniyetler olarak Batı’nın gelişmişliğine doğru yöneliş var olan bir gerçek olsa da kökümüzün ve sınırsız gücümüzün yönü, membaı “doğu” bizim aslımız durumundadır. 

Doğu bizim tarih sahnesine çıkışımızın ev sahibi... Ata Ocağımız’dı… 

Gezimizin birinci günü Almatı şehrinde geçti. Almatı Kazakistan’ın eski başkenti. Bilindiği üzere tarihinde uzun yıllar Rus sömürgesine maruz kalan Almatı günümüzde bağımsız Kazakistan’ın en büyük şehri konumunda ve iki milyonu aşkın nüfusuyla en kalabalık şehridir.

Havası soğuktu fakat insanları da cana yakın değildi onların da soğuk olması bizleri üşütmüştü. Rus komünizminin etkisi anlaşılan hala devam ediyordu. Herkes kendi halinde, sessiz bir kentti. 

Zaten yerleşim kültüründe Rus kültürünün etkisi de aşikâr görülmektedir. Caddelerin, sokakların ve binaların mimari tarzı klasik bir Sovyet şehirciliğinin simgesi… Caddeler cetvelle çizilmiş gibi geniş ve rahat. Keza binalarda tek bir merkezden yapıldığı hemen anlaşılan mimari anlayış, insanlara biraz daha resmi ve soğuk geliyor.

Ertesi gün Almatı’dan Türkistan’a geçmek için Çimkent’e bir saatlik uçak yolculuğumuz oldu. Ardından ise bir saatlik yolculuk sonrasında Türkistan’a ulaştık. Toplamda iki saatlik yolculuk sonrasında otellerimize yerleştik. Bizi mutlu eden taraf kaldığımız otelle türbe arasında az bir mesafenin olmasıydı.

Odamızın perdesini araladığımız zaman etrafı boş bir arazide Hoca Ahmet Yesevi’nin türbesi gözlerimize hitap ediyordu. Sabah uyandığımız zaman ilk işimiz erkenden ziyarete gitmek oldu. Tabi benim için küçüklüğümden beri oraları görmenin yeri çok başkaydı. Hep bir sevda vardı ben ve arkadaşlarımda… Ata topraklarını görmenin hayalini, sevdasını hep yüreklerimizde taşıyorduk.

Hamdolsun sonunda türbenin kapısından içeri girmiştik ve etrafta dikkat çeken onca şeye rağmen ilk işimiz Hocamız Ahmet Yesevi’nin kabrinde dua etmek oldu.

Gezimizin en müşahhas örneği ve ulaştığı vuslat noktası; o mübarek insanın kabri başında, çilehanesi önünde hâkim olamadığımız gözyaşlarımız olmuştu.  

O anı o duygu ve düşünceleri ifade etmek çok zor… Oradaki samimiyeti anlatırken içimize çektiğimiz ‘ah’ nidası kelimelerin boşa olduğunu anlatır nitelikte belki de… O an dünyalık şeyleri düşünmeyip Yüce Allah’a, Hoca Ahmet Yesevi huzurunda dua edebilmek gerçekten güzel nimet…

63 yaşına geldiğinde, Peygamber Efendimize olan muhabbet ve hürmetinden dolayı madem Efendimiz (sav) 63 yaşında dünya ışığına gözlerini kapadı, ben de bu yaştan sonra dünya ışığını görmeyeceğim diyerek kendini yer altına hapseden ve buradan çıkmayan o mübarek Evliyanın huzurunda bulunmanın, onun yüzü suyu hürmetine âlem-i İslam’a hayır ve iyilikler dilemenin huzuru çok başka…

Altı gün süren gezimizde ‘can ocağında pişen aş’tan nasibimize en güzel kısmı düştü. Allah tekrar bu manevi lezzeti yaşamayı cümlemize nasip etsin. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
SON YAZILAR