İbrahim Demirkan

İbrahim Demirkan

BİR SİNEMACI ÖLMÜŞ DİYELER…

BİR SİNEMACI ÖLMÜŞ DİYELER…

 

Ahmet ULUÇAY 2009 yılında vefat ettiğinde Türk sinema tarihinde belki tek uzun metraj filmi olduğu halde gerek yaşamında gerekse vefatından sonra bu kadar sevgi ve sempatiyle bahsedilen başka bir yönetmen olmamıştır herhalde. Hani şu Kütahya’lı, köyden çıkan sinemacı olarak bahsedilen yönetmen. Hala hatırlayamadıysanız ‘Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak’ filminin yönetmeni derim,evet kime bahsedilse herkeste bir gülümsemeye yol açan o samimi, adeta ‘Küçük güzeldir’ özdeyişini ispatlayan filmin yönetmeninden bahsediyoruz . Bize cesaret ve ilhamlar veren bu değerli sinema adamı uzun zamandır mücadele ettiği beyin tümörüne 30 Kasım 2009 yılında yenik düşmüştü.

Ahmet Uluçay ismini ilk önce kısa filmleriyle duymuştuk. Yıllar önce Müjdat Gezen’in sunucusu olduğu Ankara Film festivaline ait bir ödül törenini TV’den izliyordum. Kısa film dalında ödül alanlar sahneye davet edilip ödülleri tek tek takdim edilirken ürkek, sakallı birisi çıkarak ödülünü aldı. Alıştığımız sinemacı tipinde birisi değildi ve alıştığımız filmler gibi de filmler yapmıyordu yapmayacaktı da belli ki. Nihayetinde köyündeki kamerasını bile kendisinin yaptığına dair söylentilerle sinema aleminde bir efsane olup çıkacak olan Ahmet Uluçay’dı bu. Usta sinemacılar sanki sadece onun azmini, tüm olumsuz şartlara rağmen çekmiş olduğu filmlerin özünden, felsefesinden daha çok bu filmleri çekebilmiş olmasını takdir ediyorlardı maalesef. Yerli bir sinema dilini inşa etme konusunda uzmanlığını, yetkinliğini “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” filmiyle ispatlayan bu usta ismin yine yıllar önce ATV’de yayınlanan Türk Sinemasının sorunlarının masaya yatırıldığı bir programdaki konuşmalarına bakılacak olursa sadece bir azim adamı olmadığı da kolaylıkla anlaşılabilir.

O programda Mustafa Altıoklar sansürü eleştiri babında iştahla yatak sahnelerinin çekilmesini bir marifetmiş gibi bahsedince Rahmetli A.Uluçay ‘da şu mealde bir şeyler söylemişti Altıoklar’a “Çıplaklık ya da bunun gösterilmesi marifet değildir. Çıplaklığa herkes bakar. Çıplaklığı ya da yatak sahnelerini ön plana çıkartmak insanların bu duygularını sömürmektir. İnsanların zaaflarının istismar edildiği bir sinema düşüncesine karşıyım ben” diyerek mantıklı ve haklı bir konuşma yapmıştı. Yıllar geçti ilk uzun metraj filmini çekti. Bu arada ona tüm bu çalışmalarında her türlü desteği veren sinema eleştirmeni İhsan Kabil’i de anmamız gerekiyor. Ahmet Uluçay’ı sadece çalışmalarında desteklemekle kalmamış bizlere onun filmlerinde yapmak istediklerini yetkin ve etkili bir dille aktararak zihin dünyamızı yapay sinema gündemlerinden uzak tutarak sinema anlayışımızı da zenginleştiren katkılarda bulunmuştur. O’na olan yakınlığını ve desteğini bildiğimiz için Uluçay’ın ölüm haberini aldığımızda hemen Kabil’i  aradık. A.Uluçay’ın vefatından kısa bir süre önce hastanedeymiş. Çekimlerine yeni başladığını -basından izlediğimiz kadarıyla- duyduğumuz son filmini sorduk . Heyecanla beklediğimiz, bize yeni tadlar yeni dünyalar hissettireceğine emin olduğumuz son çalışması “Bozkırda Bir Deniz Kabuğu” filmini sorduğumuzda sadece birkaç sahnesini çekebildiğini ama hastalığından dolayı çekimlerine ara verdiğinden bahsetti.

Sonra basında filme olan desteğin hastalığından dolayı çekildiğini öğrendik.

Hasılı vel kelam hayatın da filmin de ve her yazının da bir sonu vardır. Fakat her ölümlüyü bir nevi bekaya mazhar eden bu fani dünyada bıraktığı eserleridir. Hiç unutmam “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” filminin ödül kazandığı bir gece de başka hiç bir ödül töreninde- hatta filmler de- görülemeyecek duygusal bir konuşma yapmıştı. Nedense o konuşma benim gözümde yeteneğinden dolayı horlanan ya da idealleri uğruna küçümsenen insanların manifestosu gibi gelmişti. Bir insanın kendi küllerinden yaptığı zafer anıtının açılış ve kapanış konuşmasıydı adeta. Şunları söylemişti hatırladığım kadarıyla ; “Arşimet demiş ki ‘Karpuz kabuğundan gemi olmaz, yapılırsa yüzmez batar’. Ben yaptım oldu, suda da yüzdürdüm.- Sonra sözü eşine getirmişti o canlı yayında- ‘Bu ödülü yıllarca sinema sevdamdan dolayı benim çilemi çeken, yaptığım filmlerden dolayı fakirliğin her türlüsünü gören sevgili eşime ithaf ediyorum” demişti. İşte idealizm uğruna tarihin bu kör karanlığında atılmış en parlak imzalardan birisiyle karşı karşıyaydık. Hayallerini gerçekleştirdiği ‘Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” aslında kendi hikayesiydi. İdealizm uğruna katlanacak ne varsa çileye ve cefaya katlanmak ve o mücadelenin içerisinde bunları tatlı bir şekilde yaşamak. O güzel,sıcak ve samimi Kütahya şivesi ile bizi gerçeğin kucağına itivermişti. Film gerçekçi ama ortaya çıkan sonuç gerçeküstüydü. Tandırda yemek yapanların silüet halinde verildiği sahneler ya da sıcak ve bunaltıcı havada bir deniz kenarındaki plaj görüntüsünü duvara yansıttıkları karede izleyerek serinlemeye çalışan filmin ana karakteri çocuklar adeta şu dersi vermekteydiler; “Sinemaya hayal ettiklerimizin gerçekleştiğini görmek ve bundan doğacak tatmin için gideriz ama sinema perdesi hiç bir zaman gerçeğin verdiği zevki ve etkiyi vermez. Verir diyenlerin durumu sıcak ve bunaltıcı bir havada bir plajın resmine bakarak serinleyeceğini düşünenlerle aynıdır. Sinema bir zıll-ı hayaldir. Hayalin gölgesidir.”

Özellikle tandırda yemek yapan kadınların olduğu sahne korku filmlerinde bile bulamayacağınız iç ürperten atmosferi, adeta perdede bir gölgeye dönüşmüş siluet halindeki kadınların o ritmik hareketleri Bediüzzaman’ın Batı sineması ve tiyatrosu için getirdiği bir eleştiriyi hatırlattı bana “ (Batı medeniyetini kastederek) Tek bir ilacı bulmuş: o da romanlarıymış. Kitap gibi bir hayy-ı meyyit, sinema gibi bir müteharrik emvat! (hareket eden ölüler, gezinen suretler) Meyyit hayat veremez. Hem tiyatro gibi tenasühvari, mazi denilen geniş kabrin hortlakları gibi….”

Bu sahne adeta bu söz için çekilmişti sanki. Hareketli olan görüntüler aslında ölü ama biz canlıları ne kadar da heyecanlandırıyor. İnsanoğlu yeter ki bir şeye inanmak istesin, uydurma olduğunu bile bile beyazperdedeki hikayeye teslim etmez mi kendini? Burada şunu der seyirciye Uluçay ‘İzledikleriniz gölge. Asılları başka yerde”
Netice de söyleyeceklerini çağın en etkili dili olan sinema perdesinde büyük bir bilgelikle sade, samimi ve yerli bir dille söyledi.

Bizden olduğunu ve bizim hikâyemizi anlattığını bildiğimiz için Uluçay’ın sinemasını bir şehr-i ayin gibi karşıladık. Kabrinin pür nur olmasını âlemlerin rabbinden niyaz ederken ‘Bozkırda Bir Deniz Kabuğu’ filminin bitirilmesini temenni ediyorum

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
SON YAZILAR