Bir Dostu Olmalı İnsanın Dostluğa Değer Veren
O (sav) bir dosttu, dostluğa değer veren, dostlarının gönlünde taht kurup, yüreğini onlara hesapsızca, sınırsızca açan. Ve son nefesinde “EN YÜCE DOSTA... ” diyerek aramızdan ayrılan.
“Bir dua gelir bir dostun can evinden…
Derdine derman, iyiliğine ferman olur da, sen bilmezsin..
Bir dua gelir bir sevenin sesinden, nefesinden…
Daralan yüreğini rahatlatır, ferahlatır da sen fark etmezsin…”*
Para kazanın, mal, mülk, şöhret kazanın. Ama bunların yanında asıl dost kazanmalı, gönül kazanmalı, insan kazanmalı insan.
Ne büyük zenginliktir, iyi günde, kötü günde, darardığın en zor anda, güven veren, huzur veren, moral veren dostlarının olması insanın. Değil mi ki, baştacı edile şu söz: ‘CENNET DAHİ DOSTLARLA GÜZEL’se eğer, dünyayı da, ahireti de cennete çevirecek dost olmalı, dostlar edinmeli insan.
Ev alın, araba alın, kat, yat, yazlık alın. Ama evinin yanında, altında üstünde, karşısındakileri komşu almalı, komşu olmalı insan, “Neredeyse mirasçı kılınacak...” sıkı bağlar, dostluklar kurmalı insan.
Kan bağını, soy bağını ve yakınlığı ifade eden akrabaları olmalı insanın elbet. Ama gönül bağını, yakınlığını ifade eden, başka hiç kimseyle paylaşamadığını paylaşabileceği, hiç hesapsızca omuz verip, gönül verip alacağı dostları olmalı insanın. Hiç bir şey almadan, hiçbir şey beklemeden, tüm bunları alıp vereceği can dost olmalı, can dostları olmalı insanın.
Gerektiğinde sabredip kahır çeken, düştüğünde elinden tutan, haydi dediğinde peşinden koşan, dost olmalı, dostları olmalı insanın.
Tıpkı Mevlana’nın hikayesinde olduğu gibi, dost olabilmeli insan:
“Genç adamın biri, dermiş babasına her gün; ‘Benim de dostlarım var, sendeki dost gibi...’
Baba itiraz eder, olmaz öyle çok dost. Hakikisi belki bir belki iki, fazlasını bulamazsın gerçek, hakiki dostun...
Devam eder durur konuşma... Aralarında başlar bir tartışma, karar verirler bir sınava, dostun hakikisini anlamaya...
Bir akşam bir koyun keserler, ve koyalar çuvala... Baba der ki oğluna:
- Hadi al bu çuvalı, şimdi götür dost bildiklerine.
Çuvaldan kanlar damlamakta...
Delikanlı sırtlar çuvalı, gider en iyi bildiği dostuna, çalar kapıyı...
O dost bakar ki çuvala, hem de kanlı bir çuval, kapatır hızla kapıyı delikanlının suratına. Almaz içeri arkadaşını...
Böylece tek tek dolaşır delikanlı, kendince tanıdığı, sevdiği dostlarını. Ne çare, hepsinde de sonuç aynıdır. Evlat geriye döner, ama içten yıkılır... Babasına dönerek:
- Haklıymışsın baba der. Dost yokmuş bu dünyada ne sana, ne de bana... Baba:
- Hayır evlat, der. Benim bir dostum var bildiğim. Hadi çuvalı sırtla ve bir kere de ona git, selamımı söyle. Genç adam, çuvalı sırtlar tekrar. Alnından terler, çuvaldan kanlar damlar...
Gider, baba dostuna, selam verir. Kabul görür sevinir. O dost, delikanlıyı alır hemen içeri. Geçerler arka bahçeye, bir çukur kazarlar birlikte, koyunu gömerler adam diye. Üzerine de serpiştirirler toprak belli olmasın diye. Dikerler üzerine sarımsak...
Genç adam gelir babasına;
- Baba işte dost buymuş, diye konuşunca, babası:
- Henüz erken, o belli olmaz daha, sen yarın git, çıkart bir kavga, atacaksın iki tokat, hiç çekinmeden ona... İşte o zaman anlaşılacak dostun hakikisi... Sonra gel olanları anlat bana...
Genç adam aynen yapar babasının dediğini, maksadı anlamaktır dostun hakikisini. Babasının dostuna istemeden basar iki tokat!..
Der ki tokatı yiyen dost; "Git de söyle babana, biz satmayız sarımsak tarlasını böyle iki tokada!.."
_______
* La edrî
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.