Akif Nerede?
Söyleyin, söyleyin, o yüzü ak, gönlü ak Akif nerede? Söyleyin, o vatanına sevdalı, vatanına mecnun Akif nerede?
öyleyin, o cemiyetten eve, caddeden sokağa, insandan kitaba kaçan Akif nerede?
Ve 20 Aralık 1873, Bayramiç’de koşuşturmaca… Sarıgüzel’e dönüş… Ragıf’ın Akif oluşu… Kargaşada kayboluş ve kendini buluş… 4 yıl 4 ay ve 4 günlük bir çocuk, Fatih’te, sırtında okul çantası… Geçer zaman, büyür şair; sonra Hazine-i Fünun, Servet-i Fünun, Resmi Gazete…
Mithat Cemal Akif’i sorar okul arkadaşlarına, yakın çevresine, tanıdıklarına. Peki ne bulur? Herkesin ayrı bir Akif’i vardır. Kimse tam olarak Akif’i tanıyıp tanımlayamaz. Herkes kendisine benzettiği Akif’i anlatır. Onda kendini arar.
Mesela dost gibi dost olur Akif. Çok sever dostlarını, çok değer verir. Dostları da onu çok sever tabii. Söyler Abbas Halim Paşa; “O her zaman bir Abbas Halim bulur ama ben her zaman bir Mehmet Akif bulamam.” der. Sürekli ev değiştirir Akif, dostlarına yakın olmak için. Dostunun evladı onun da evladıdır. O vefalı değildir, vefa onun adıdır adeta. Söyleyin o sadık, kalbi sıcacık Akif nerede?
Çok iyi bir sporcudur Akif. Daha öğrencilik yıllarındayken yüzmek, atlamak, taş atmak ve koşmak gibi spor dallarıyla yakından ilgilenmeye başlamıştır. Mehmet Akif’in yüzmeye karşı tutkunluğunu, arkadaşı Ali Rıza Uğur, “O, denizi gördü mü, biz de onun yüzdüğünü görürdük.” diyerek özetler. Pehlivanlık ise Akif’in kuşkusuz en çok ilgilendiği ve merak duyduğu spordur tabii. Kıyıcı Osman’dan güreş dersleri alır.
Çok konuşmaz ama hazırcevaptır Akif. Yeri geldi mi sözünün üstüne söz söylenmez. Hele haksızlığa hiç tahammül edemez. Haksızlığa uğrayanı kollar, haksızlık yapanı sevmez. Bir de canından çok sevdiği vatanı söz konusu olsun… İşte o zaman, o zaman susturun susturabilirseniz Akif’i. Kalemini de kırsanız, kollarını da bağlasanız durduramazsınız. Öyle ya, şiirlerine bile yansır bu;
“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım! ...
-Boğamazsın ki!
-Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!”…
Ve 6 Mart 1913, "Üç beyinsiz kafanın derdine, üç milyon halk" mısrasıyla başlayan ve kavmiyetçiliği eleştirdiği şiirinin sonunda "Bunu benden duyunuz, ben ki, evet, Arnavudum... Başka bir şey diyemem... işte perişan yurdum!..." der. İlk kez Arnavut olduğunu burada söylemiştir. İşte perişan yurdun Akif… neredesin?
Gece karanlığını bölen hilalin kollarında mektup yazar Akif. Mısır’dan, Medine’den, Berlin’den… Özlem kokar mektuplarının satırları. Ne kadar çile çektiğini değil, üzüntüsünü değil, özlemini yazar. Vatanına hasret kalışından yakınır bir tek. Hilvan’da canını acıtan kum taneleri değildir ya! Özlemdir.
Özlemi kor eder yüreğini Akif’in. Küllerini kalem yapar o da. Yazar, yazar, yazar… Akif’i şair yapan vatan sevdasıdır. İçindeki ateş büyüdükçe daha fazla yazar. İstiklal diye bağırırken ne kağıdı vardır ne kalemi. Duvarlara kazır bağımsızlık çığlıklarının ilk mısralarını. İstiklal Marşı’nı yazarken sırtını soğuktan koruyacak bir paltosu bile yoktur. Ama Akif üşümez zaten. Yanar, cayır cayır yanar vatan sevdasıyla. Söyleyin. İçinde şimşekler çakan, yangınlar çıkan Akif nerede?
Ve 7 Kasım 1920, Hâkimiyet-i Milliye’de yazar; “Türk şairlerinin nazar-ı dikkatine…” 724 şiir vardır, 724 haykırış… Ve İstiklal Marşı… Akif’in yüreğini en çok harlayan, her bir satırı için binlerce güneş batan. Milyonlarca vatan evladına “Korkma!” diye haykıran. Mısralarına şehit kanı karışmış, aşk kokan, vatan kokan. Dirilişin nişanesi. Akif’in ateşinde şekillenen o harfler, İstiklal Marşı… İşte bundan sonra; “Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal!”. Artık dünya kaç bucak olursa olsun ne yazar. Ay yıldız dalgalanırken göklerde, ışığında aydınlanan toprağım benimdir, milletimindir. Öyle midir ya? Söyleyin, söyleyin o vatan şairi nerede? Vatan toprağını millete dar ediyorlar ya… Ayın da yıldızın da ışığını karalara boyuyorlar ya… ne anlayan var, ne duyan. Akif nerede?
Ve 1924, Safahat…
“Bir alay mekteb-i âlî denilen yerler var
Sorunuz bunlara millet ne verir? Milyonlar.
Şu ne? Mülkiye. Bu? Tıbbiye. Bu? Bahriyye? O ne?
O mu? Baytar. Bu? Zirâ'at. Şu? Mühendishâne
Çok güzel hiçbiri hakkında sözüm yok, yalınız
Ne yetiştirdi ki şunlar acaba? Anlatınız,
İşimiz düştü mü tersaneye, yâhud denize
Mutlakâ âdetimizdir, koşarız İngiliz'e
Bir yıkık köprü için Belçika'dan kalfa gelir
Hekimin hâzıkı bilmem nereden celbedilir.
Meselâ bütçe hesâbâtını yoktur çıkaran
Hadi mâliyyeye gelsin bakalım Mösyö Loran.
Hani tezgahlarınız nerde? Sanâyi nerde?
Ya Brüksel'de ya Berlin'de ya Mançester'de! …"
Durup düşünmeni istediği bir isyandır Safahat… şiirle tarih yazma sanatıdır. Durup düşünen var mıdır ya? Ya anlayan var mıdır mısraları? Yok mu dersin? Bir daha gelmeyecek mi dersin? Sus dostum sus. Benim umudum zaten tükendi, tükenmeyen tek umudumla yazıyorum hala.
O cemiyetten eve kaçan, caddeden sokağa kaçan, şehirden kıra kaçan, insandan kitaba kaçan Akif, uzaktan sevimsizdir; o, yakından güzeldir. İyi adamın güzelliğiyle, feragatin güzelliğiyle, sahici şereflerin topunun güzelliğiyle güzeldir. Adını bilmeniz onu tanımanız anlamına gelmez. Onunla birlikte yürümek, birlikte mücadele etmek, Anadolu’yu katır sırtında köy köy, kasaba kasaba birlikte gezmek, fedakarlıkta bulunmak, hüzünlenmek, biraz ihaneti yaşamak, biraz ızdırap çekmek, dertleşmek, okumak, yazmak, konuşmak, tartışmak gerekir. Şimdi dürüst olalım dostum, bu ülkede bunu yapacak kaç insan vardır? Ben söyleyeyim, kendini bile anlamaktan aciz insan sayısının yarısı bile değil.
Ben Akif’i aramayı da bıraktım, sadece soruyorum artık… Akif nerede? Belki de cevabından koktuğum sorular sormayı bırakmalıyım. O zaman da Nazım der ya, “Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?”. Korkarım ne yapacağımı şaşırmış haldeyim. Korkarım binlerce parçaya bölünmüş ülkemin hiçbir parçasına sığamayan ruhumu kaybetmek üzereyim. Sadece soruyorum artık… Akif ve daha niceleri nerede?
Peki ya sen söyle, söyle bunca zaman bir milletin kalbi, ruhu ve vicdanı olan Mehmet Akif’i ne kadar anlayabildin?
Ne kadar tanıyabildin onu? Birikiminden ve ortaya koyduklarından ne kadar istifade edebildin?
Ve en önemlisi o ki; bütün hayatı boyunca, uğruna her şeyini feda ettiği mücadelesini nereden nereye taşıdın?